İşler Güçler dizisinden sonra tüm Türkiye’nin tanıdığı Sadi Celil Cengiz ile futbol konuşmaya karar verdik ve olaylar gelişti. Keyifli bir röportaj okumak ister misiniz? Açıklamalar...
İşler Güçler dizisinden sonra tüm Türkiye’nin tanıdığı Sadi Celil Cengiz ile futbol konuşmaya karar verdik. Serin bir İstanbul akşamında Beşiktaş’ta buluştuk. Kahvelerimizi içerken Türk futbolunun içinde bulunduğu durumdan, Galatasaray’a oradan da Sadi Celil Cengiz’in kalecilikten sol beke evrilmesine kadar her şeyi masaya yatırdık. Hayata dair bildiklerini futboldan öğrenen Camus kadar olmasa da Sadi Celil Cengiz’in ilk Ali Sami Yen hatırası bize önemli bir ders verdi.
"PİJAMA YERİNE FUTBOL ŞORTU"
Futbolla tanışmamı çok hatırlamıyorum çünkü zaten futbolun içinde olan bir ailede büyüdüm. Babam futbol antrenörüydü ve geçimini bu işten sağlıyordu. Dolayısıyla doğdum doğalı futbol benim için hayatın merkezindeydi. Evde pijama yerine futbol şortları, tişört yerine forma giyen bir çocuktum.
"SADİ SEN ÇOK İYİ OYNAMIYORSUN"
En büyük hayalim futbolcu olmaktı. İlk zamanlar kalecilik yapıyordum ama boyum kısaydı. Boyumun kısa olduğu dönemler kalecilik yaparken, boyum uzayınca oyuna dâhil olmaya heveslendim. Bir dönem de baya uğraştım futbolcu olmak için... Ortaokulda okul takımında oynadım, sol bek olarak. Hatta babama takılıyorum; "Biraz üstüme eğilseydin bugün Türkiye’nin bir sol bek açığı olmazdı" diye. Sonra Ordu Fen Lisesi’ne geldim. Halı saha ayakkabıları, formalar her gün maç yapıyorum ama beni lisede sınıf takımına almadılar ve büyük bir hayal kırıklığına uğradım. "Sadi sen çok iyi oynamıyorsun. Seni niye takıma alalım" diye de yüzüme karşı söylediler. Ama sonra kaleci olarak girdim takıma... Hatta harikalar yarattım. Betona uçan kaleciler vardır ya onlardan birisiydim.
"TAKIM OTOBÜSÜNDE AĞLADIM"
Bir keresinde Pazarspor deplasmanına gitmiştik. Babam o zaman Termespor’u çalıştırıyordu. Ben de Ordu Fen Lisesinde yatılı kalıyordum. Takım otobüsü aldı beni okuldan, Rize’ye gittik. Yenildi takım... 75. dakika civarı bir gol yemiştik. Maçtan sonra bütün herkes ağlıyordu. Ben de oturup babamla ağlamıştım.
"SÜLALE GALATASARAYLI"
Babamla amcam çocukken karne hediyesi olarak top istemişler. Dedem de bunlara bir top almış. Topun da üzerinde bazı renkler var. Bunlara sormuşlar; bu topun üzerindeki renkler hangi takımın renkleri. Onlar da ‘Galatasaray’ demişler ve Galatasaraylı olmuşlar. Dayım, yengem, çocukları, eniştem, halam onun oğlu hepsi Galatasaraylı. Bütün sülale Galatasaraylı ama bir tek küçük kardeşim fanatik Beşiktaşlı.
"TÜRK FUTBOLUNDAKİ ZİHNİYET SORUNU"
Bu sene iyi başlamadık ama Hamza hocanın gelişi ile bir kan değişikliği oldu. Takım toparladı gibi ama bence sadece Galatasaray’ın değil Türkiye’nin genel bir zihniyet sorunu var. Takımın iyiye gidişinin bir tek hoca değişikliğiyle alakalı olduğunu düşünmüyorum. Biraz da futbolcuların zihniyetini sorgulamak lazım. Futbolcular sürekli ‘takım olma’ durumunu vurgularlar ama bazen bunun dışına çıkıp, gruplaşmalar, kendini önemsemeler gibi durumlar oluyor. Bütün bunlar bizde Sümen altı ediliyor. Sahte bir mütevazılık ile ‘önemli olan takım’ deniyor fakat Batı’da bu işler artık böyle değil. Mesela Ibrahimovic açıkça söylüyor gerçek hislerini. Takımı için de her şeyi yapan birisi...
"KÜFÜR EDEN KIZLAR..."
Ali Sami Yen’e ilk defa Lise 3. Sınıfta Mete diye bir arkadaşımla, Çarşamba’dan Leeds United maçına geldiğimde girmiştim. Karaborsadan bilet alarak yaklaşık 9 saat önce stada girdik. Tribünleri izledik... Hayatımızda ilk defa küfür eden kızlar gördük. O kadar farklıydı ki... O maçı da 2-0 kazanmıştık ve Hakan’la Capone bizim olduğumuz kale arkasına atmışlardı golleri. Çok mutlu olmuştuk. Tabi öncesinde iki Leeds United taraftarının öldürülmesi buna gölge düşürdü ama o zamanki aklımızla daha çok kendi hikâyemize odaklanmıştık.
"17 MAYIS GECESİ..."
UEFA Kupasının alındığı gece Çarşamba ilçesinin en fazla sokakta olduğu geceydi herhalde. Herkes dışarıdaydı, herkesin elinde bayrak vardı. Bir de 2000’e kadar Anadolu’da bu kadar fanatizm yoktu. Bizden bir takım Avrupa’da oynuyorsa biz kazanıyoruz mantığı vardı. Bu yüzden Fenerbahçelisi, Beşiktaşlısı, Trabzonsporlusu, Samsunsporlusu herkes sevinmişti. Davullu, zurnalı festival havasında unutulmaz bir geceydi.
"FAIR-PLAY NE DEMEK?"
Kendini yere atan futbolcudan nefret ederim. Burak’a bu konuda çok yükleniyorlar ve hedef tahtası haline geldi. Politik doğruculuğun bu kadar olmadığı dönemde neler oluyordu. Çok çalım atıyordu diye ayak kırıyorlardı! Böyle futbolcular da şimdi çıkıp bu dönemin futbolcularını eleştiriyorlar. Babamdan duyuyorum hikâyelerini. ‘Yakışmıyor bu hareketler’ diyen yorumcunun zamanında sakatlayıp, futboldan uzaklaştırdığı insanlar var. Fair-Play de bizde yanlış anlaşılıyor. Fair-Play’in anlamı adil oyundur. Adil oyunda da kendini yere atmalara, yüzüne tükürünce yerlere düşmelere yer yok. Tabi bunlar olsun demiyorum ama insanın yüzüne birisi tükürünce, yüzünü silersin en azından yere düşmezsin!
Röportaj: Serkan AKKOYUN
Hepsi ve daha fazlası Futbol Extra Dergisi'nin Mart sayısında...