Nihat Özdemir, Fenerbahçe'nin geçmiş dönemlere ilişkin şampiyonluk talebi hakkında konuştu.
TFF Başkanı Nihat Özdemir, Fenerbahçe'nin geçmiş dönemlere ilişkin şampiyonluk talebinin reddedildiği şeklindeki iddialara ilişkin Akşam Gazetesi'ne konuştu.
Sosyal medyada "Fenerbahçe'nin geçmiş yıllardaki Türkiye birinciliklerinin; şampiyonluk olarak tescil edilmesi için TFF'ye yaptığı başvurunun reddedildiği" şeklinde çıkan iddialara Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı Nihat Özdemir cevap verdi.
"HENÜZ KARAR VERMEDİK"
Özdemir, bu konuda henüz bir karar alınmadığını belirterek, "Bu konuda henüz verilmiş bir kararımız yok. En yakın zamanda açıklayacağız. Ama şu an öyle bir karar yok" dedi.
YUSUF GÜNAY, GS TV'DE NE DEMİŞTİ?
Başkan Yardımcımız Yusuf Günay, 1959 yılı öncesi turnuvalarda elde edilmiş başarıların Türkiye şampiyonluğu sayılması konusunda yapılan başvuru ile ilgili Galatasaray Televizyonu’nda açıklamalarda bulundu.
Başkan Yardımcımız Yusuf Günay, Galatasaray Spor Kulübü olarak rakibe saygı, kendine saygı ilkesiyle hareket ettiklerini belirterek, Fenerbahçe yöneticisinin camiamız hakkında sarf ettiği rencide edici sözler üzerine şu açıklamayı yaptı:
“Üzücü nitelendirmelerle karşı karşıya kaldığımız bir programı izledik. Türk sporundaki kalitenin bu noktaya gelmesi her sorumlu kişi gibi beni de ziyadesiyle üzdü. Kısa bir tarihçe yaparsak 2018 yılı hem Galatasaray Spor Kulübü’nde hem Fenerbahçe Spor Kulübü’nde yönetimlerin değiştiği bir yıl oldu. 2018 ocak ayında Sayın Mustafa Cengiz ve yönetimi geldi. Haziran ayında da Ali Koç yönetimi göreve geldi. Bu süreçte başkanımızın göreve geldikten sonra, “Rakibe saygı, kendine saygı” şeklinde bir beyanatı olmuştu. Bu süreç içerisinde rakip camialarımıza asgari saygıyı göstererek hareket ettik. Yöneticiler genel kurullarından aldığı yetkiyi, görevi ve sorumluluğu layıkıyla değerlendirmeleri ve ona göre hareket etmeleri gerekir. Bir yöneticinin çıkıp böyle kelimelerle Türkiye’nin en büyük camiasını rencide edici bir üslupla konuşmamalıdır. Biz o yüzden camia ve yönetim kısmını ayırıyoruz ve konuşmamı bu şekilde yapacağım. Fenerbahçe camiası ayrıdır, şu anki Fenerbahçe yönetimi elbette ayrıdır. Hafızamızı biraz tazeleyelim. Aziz Yıldırım ve Ali Yıldırım seçime katıldığında şöyle bir söylemleri olmuştu. Ali Yıldırım Bey sürekli rekabette kalitenin artırılacağını, daha kaliteli lig, daha kaliteli bir futbol oyunu ve daha kaliteli bir kulüp yönetimine kavuşacağını hep iddia etti ve bunları hedef gösterdi. Biz de gerçekten Türk sporu için yeni bir dönem başlayacak diye düşünüyorduk. Rakibiniz ne kadar kaliteli ve güçlü olursa siz de o derece kendinizi rekabete ayak uydurmak için hazırlayacağınız için güçlü ve zinde kalmak durumunda olursunuz. Bu sizin teyakkuzda olmanızı sağlar. Bu şekilde bir beklenti oluşmuştu. Gelinen nokta itibarıyla, muhtemel ki sahadaki başarısızlıklar Türkiye’yi yeni bir gündemin içine etmiş oldu. Hem genel başarısızlıklar hem iki kulüp arasındaki sonuçlar tahmin ediyorum ki Fenerbahçe Spor Kulübü’nü bu noktaya getirmiş durumda.”
Fenerbahçe Spor Kulübü’nün başarısızlıklarını örtmek ve gündemi değiştirmek amacıyla haksız ve hukuki olmayan bir zeminde bu başvuruyu yaptığını dile getiren Başkan Yardımcımız Yusuf Günay, “Sahada Galatasaray - Fenerbahçe rekabetinde son üç yılda Galatasaray, Fenerbahçe’ye karşı hiç mağlubiyet almadığı gibi onların sahasında iki kez galip gelmiştir. Aslında VAR uygulamasından önceki son maçı da aslında kazanmıştık; ama hakemin gözü önünde olan, Fehgouli’ye yapılan bir faul sonucunda futbolcu, kendi eliyle düzelterek golü atmıştı. O golle biz galibiyeti kaçırmıştık. Galatasaray Spor Kulübü VAR uygulamasından önceki son senede, VAR ile beraber de şampiyonluğu elde ederek rakibine karşı üstünlük sağlamıştı. Bu noktada bu başarısızlıkları örtmek ve gündemi değiştirmek adına yakın tarihte TFF’ye bir başvuru yapıldı. Bu başvuruyu başta aslında çok ciddiye almadık. Haksız, meşru ve hukuki olmayan bir başvuru. 1923-24 yılında oynanan bir oyunu, 1932-33 yılında yapılan bir müsabakayı 2021 yılında uygulanan ligin kurallara denk sayarak şampiyon olarak kabul edilmesi konusunda yapılan bir başvuru. Daha önce TFF tarafından Beşiktaş kararı var elimizde. Bu konu Türkiye’de çok tartışıldı. Türkiye bugünkü anlamda oynanan, kuralları olan bir lige 1959’da kavuşuyor. Bizim iddiamız şuydu. Siz 90 yıl geriye giderek, kuralı kaidesi olmayan, düzeni olmayan, sürekli olmayan, bir yılda iki ayrı şampiyon çıkarabilecek bir mantık ve düzenleme çerçevesinde oluşturulan turnuvaların sonuçlarını, gelip 90 yıl sonra etki edecek bir tasarrufta bulunuyorsunuz. Bunu yapamazsınız. TFF 5894 sayılı kanunla kurulmuş, özel hukuk hükümlerine göre faaliyette bulunmasına rağmen, beş konu TFF karar alırken önemlidir. Bir konu yetki, sebep, şekil, amaç ve konu itibarıyla hukuka uygun olmak durumundadır. TFF Tahkim Kurulu olarak, daha önce bazı kararlar vermiş. Aynı konunun tekrar hukuka uygun olmayarak gündeme getirilmesi, sadece ve sadece spordaki barış ve kardeşliği bozucu bir etki yaratır.” diye konuştu.
Galatasaray Spor Kulübü’nü ve camiasını bir terör örgütü ile iltisaklı göstermenin kabul edilemez olduğunu ifade eden Başkan Yardımcımız Yusuf Günay, “Bunlar bir tarafa, daha da öne geçen konu Fenerbahçe yöneticisinin Galatasaray camiası bin kullandığı ve sarf ettiği sözler. Bu, son derece yanlış, asla kabul edilemez, sorumluluk sahibi bir kişinin ağzından çıkmayacak sözler. Galatasaray Spor Kulübü, bu ülkenin en büyük sivil toplum kuruluşudur. Bir terör örgütü mensubu gibi suçlayacak bir duruma gelmesi, ülke adına üzücü bir durumdur. Zaman zaman taraftar grupları arasında bu tip tartışmalar oluyor. Türkiye’nin izlediği ortamda bu şekilde sorumsuzca Türkiye’nin önde gelen en büyük sivil toplum kuruluşu olan Galatasaray Spor Kulübü camiasına bu şekilde iftirada bulunmak asla kabul edilebilir bir şey değildir. Böyle bir programda karşılıklı münakaşaya giriyor gibi bir durumda olmak istememiştik. Bizi bu şekilde bir video yayınlamaya ve savunma yapmaya mecbur bıraktılar. Kastettiği terör örgütü ile iltisaklı olanlar kimlermiş? Bizim hiçbir başkanımız, başkan adayımız birbirleriyle böyle bir konuşmaya girmediler.” şeklinde konuştu.
Fenerbahçe Başkanı Ali Koç’un, seçim yarışlarında eski başkanları Aziz Yıldırım’a yönelik sarf ettiği sözleri üzerine Başkan Yardımcımız Yusuf Günay, “Günün sonunda Galatasaray Spor Kulübü’nün yaptığı şey, TFF’ye yapılan başvurunun haklı, meşru olmayan ve hukuka aykırı olduğunu söylemesi. Bunun karşılığında Fenerbahçe Spor Kulübü’nü temsil eden bir kişinin çıkıp da, Galatasaray Spor Kulübü terör örgütü mensubudur gibi bir laf söylemesi asla kabul edilebilir bir şey değil. Bu tip insanların Türkiye’de yöneticilik yapmaması lazım. Bu insanlar sorumlu davranmadıkları takdirde bunun sonucunun nereye varacağını hesap etmeleri gerekir. Sonuç olarak bizim camiamızla ilgili hiç böyle bir tartışma olmadı. Bir iki tane profesyonel sporcudan kaynaklanarak bu iftiraların atılması, hiçbir şekilde, hiç kimseye fayda sağlamaz. Bunlar çok yakışıksız şeyler.” yorumunu yaptı.
Aziz Yıldırım’ın 2017 mali kongresinde, 1959 yılı öncesi şampiyonlukların sayılmasını ‘zorbalık’ olarak nitelediği konuşmasının üzerine Başkan Yardımcımız, “Sanıyorum, Aziz Yıldırım Bey’in de bu yıldızlar ile ilgili başvurularının olduğunu ve onun da bu konuda talepleri olduğunu ifade etmek anlamında gösterilmişti. Kendisinin konuşması ortada.” dedi.
Eski Türkiye Futbol Federasyonu Tahkim Kurulu Başkanı Türker Arslan, Fenerbahçe Spor Kulübü’nün iddiasının aksine, 1959 öncesi organizasyonlara yönelik şampiyonluk tescil başvurusunun daha önce yapıldığını ve reddedildiğini söyledi. Dönemin TFF Yönetim Kurulu’nun, bu başvuruyu reddettiğini, ardından konunun tahkim kuruluna getirildiğini belirten Türker Arslan, tahkim kurulunun da yönetimin aldığı bu kararı onayladığını ifade etti. Galatasaray Televizyonu’na telefonla bağlanan Türker Arslan’ın konu ile ilgili açıklamaları şu şekilde:
“Ben 15 seneyi aşkın Tahkim Kurulu’nda görev yaptım. Bunun 15 senesinde başkandım. Benim başkanlığım ve Haluk Ulusoy’un TFF Başkanı olduğu dönemde böyle bir başvuru yapıldı. TFF bir karar verdi. Biz de onu onayladık ve bu Fenerbahçe’nin talebini reddettik. Bu bir vakıa. Bu karar ancak TFF’nin arşivlerinde, Tahkim Kurulu’nun arşivinde bulunur. Sorumluluk içinde bulunan TFF’nin bunu çıkarması lazım. Tahkim Kurulu’nun vermiş olduğu böyle bir karar varken, bu konu yeni bir delil ortaya çıkmadan, yeni bir gelişme olmadan tekrar iade mahkeme yoluyla gündeme getirilemez. Ne yazık o Fenerbahçe yöneticisini çok üzüntüyle izledim. Beyanları çok seviyesi düşük ve biraz terbiyesizce, saygısızcaydı. Kendisini muhatap alıp böyle bir şeye cevap vermeyi uygun görmem. Ben 50 senedir sporun içindeyim. O arkadaşımız daha genç herhalde, bu işlere yeni başladı. Beni Fenerbahçe’nin o dönemdeki yöneticilerine ve başkanlarına sorarsa, benim ne kadar tarafsız ve adil hareket ettiğimi bilir. Kendisi Haluk Ulusoy ve Türker Arslan bu işi manipüle etti deyip, tamamen tezgâh kurulu anlamında bir beyanda bulunuyor. Bu tamamen yanlış.”
“O tarihte yönetim kurulu karar defterinde olması lazım. Hangi tarihte bilemem. 2000’li yıllar civarında. 20-21 sene öncesinden bahsediyoruz. O açıdan TFF, sorumlu bir davranış çerçevesinde bu kararı çıkarıp gereğini yapmalıdır. 12 sene CAS’ta hakemlik görevi yaptım. Türkiye’nin tek hakemiydim iki dönem. Benimle ilgili taraflı ya da tarafsız iddialarını Metin Sipahioğlu denen arkadaş biraz araştırsın. Ondan sonra belki sözlerini düzeltir ve yanlışlarını ortadan kaldırır. Bu evrak TFF’nin sorumluluğunda. Karar Tahkim Kurulu’nun arşivlerinde ve dosyalarındadır. Biz kararı veririz, taraflara tebliğ ederiz. Biz artık o kararla ilgilenmeyiz. Bu konuda TFF’nin yönetim kurulunun da verdiği bir karar var. Yönetim kurulu kararı da olması lazım. O karara karşı olarak bize geldiler. O karar doğrultusunda TFF’nin gereğini yapmaları lazım. Aziz Yıldırım, 2017 yılında genel kurulda yaptığı konuşmada böyle bir başvurunun olduğunu söyledi zaten. Ayrıca bugün bir basın organında böyle bir müracaatı 2014 yılında yaptık diye Bedri Baykam’ın bir açıklaması var. 2014 yılı söz konusu değil. Orada bir tarih hatası var; ancak kendileri zaten bunu beyan ediyorlar.”
Başkan Yardımcımız Yusuf Günay, Türker Arslan’ın sözleri üzerine, “Türker Bey, çok net bir şekilde böyle bir başvurunun olduğunu ve reddedildiğini söylüyor. 15 yıl süreyle Tahkim Kurulu Başkanlığı yapmış ve spor hukuku alanında yetkin bir kişi. İfadeleri bizim için yeterlidir. Biz zaten TFF’den ve Tahkim Kurulu’ndan bu kararları istedik. Anayasanın 59. Maddesi’ne 2011 yılında 3. fıkra olarak bir fıkra eklendi. Spor federasyonları üzerine Tahkim öngörüldü. Tahkim kararlarının yargıya kapalı olduğunu, en üst karar olduğunu anayasa olarak hükme bağladılar. Bir konu tahkim kurulunda görüşülüp karara bağlandıktan sonra yeniden o konuda bir başvuru hukuken olamaz. Bu Anayasanın 59. maddesinin 3. fıkrasının hükmüdür. Bir karar daha var. O da 2002 yılında Beşiktaş’ın şampiyonluk talebi ile ilgili yaptığı başvuru sonuçlanıyor. Orada çok ilgi çekici bir ifade var hüküm kısmında. 1956, 1957 ve 1958 yılları öncesindeki şampiyonlukların ulusal lig statüsünde şampiyonluk olamayacağı ve kabul edilemeyeceği hükme bağlanmış. Aslında bu, şu an tahkim kararlarının derlendiği kitapta da var. Herkes çok net bir şekilde görebilir. 2002 yılında Tahkim Kurulu bu konuyu, 1956 şampiyonlukların yeni şampiyonluk olarak addedilemeyeceğini hüküm olarak karara bağlamış durumda.” değerlendirmesinde bulundu.
Rekabette geri kalmanın çaresizliği olarak adlandırıyorum bunu. Konuşmamın başında, üç yıl önce rekabette kalitenin oluşacağı konusunda bir beklentinin olduğunu açıklamıştım. Futbola bir kalite gelecek ve sahada kalite artacak diye düşünüyorduk. Bunun tam tersi oldu. Saha dışındaki olaylar daha fazla konuşulmaya başlandı. Birkaç örnek versem yeterli. İlk olarak Fatih hocamızın federasyondan aldığı tazminatla ilgili spekülasyon yaratıldı. Bu tazminat Çocuk Esirgeme Kurumu’na bağışlanmıştır. Tüm toplum tarafından takdir edilmesi gereken bir konu. Yakın zamanda Oğulcan davasında Tahkim Kurulu, Galatasaray’ın ayartan taraf olmadığı konusunda karar veriyor; ama rakip kulübümüzün başkanı, sanki bu karar böyle değilmiş gibi, Galatasaray Spor Kulübü ayartan kulüp olarak kabul edilmiş ve cezalandırılmış gibi lanse ediyor. Şu an içinde bulunduğumuz geçmiş defterleri karıştırma noktası da buradan kaynaklanıyor.
Şampiyonluk tescil konusunun dışına çıkılarak bel altı suçlamalar yapılmasının yanlış olduğunu söyleyen Yusuf Günay, “Sahadaki başarısızlığın oluşturduğu psikolojik bir durum var. Fenerbahçeli yönetici, genç kardeşimizin konuşmalarında bu çok net seziliyor. Ciddi bir travma ile karşı karşıyalar herhalde. Galatasaray Spor Kulübü’ne ve başkanına bu hakaretlerin hiçbiri karşılıksız kalmayacak. Bir daha bu kişilerin böyle söylemlerde bulunmaması için gerekli hukuki başvurularımızı yapacağız. Bir Türk atasözü var. Eğer camdan köşkte oturuyorsanız, komşunuza taş atmayacaksınız. Biraz kendinize bakın arkadaş! Kendi iç dünyanıza bakın. Bunları illa burada söylemenin bir mantığı yok. Yazık! Bu ülkedeki, spordaki barış ve kardeşliği bozmanın bir manası yok. Siz üzerinize hak etmediğiniz bir konuyu almanız, biz de karşı durduğumuz zaman cevabı bunlar olmamalı. Spor tarihçimiz şampiyonlukların niçin sayılamayacağını anlatıyor. Siz de bunun cevabını verirsiniz. Tutup karşı kulübü direkt terör örgütü ile suçlamak akıl almaz bir şey. Böyle bir şeyi kabul etmek mümkün değil.” dedi.
“Tek Krallık Galatasaraylılık” pankartına yönelik Fenerbahçe yöneticisinin ithamlarına yanıt veren Başkan Yardımcımız, “Cumhuriyet, krallık meselesi… Krallık meselesi, taraftarlarımızın Real Madrid’e yaptığı bir göndermedir. Cumhuriyet meselesi başkanımızın dediği gibi aynı şey değil. Bugün 5894 sayılı kanun ile kurulmuş Türkiye Futbol Federasyonu var. Bu federasyonun görev ve yetkileri ortada. Sanki böyle bir şey yokmuş gibi, ilgili kulüp, bizim kulüplerimize şampiyonluk dağıtıyor. Diyor ki, bu hafta karşılaşacağım kulübün 20, benim 28 şampiyonluğum var gibi… Denetleyici ve düzenleyici otorite siz misiniz? Bu ülkede federasyon var. Bunlar kaos oluşturur. Böyle bir yönetim olamaz, olmamalı.” dedi.
TFF’nin bu başvuruyu hukuk gereği kabul edemeyeceğini vurgulayan Başkan Yardımcımız, "TFF kanunla kurulmuş, özel hukuk hükümlerine göre faaliyetlerine göre yürütülen bir kamu tüzel kişisi niteliğinde. Verdiği kararlarda hukuka uygun davranmak durumunda. 1932 yılında 6 takım arasında oynanan turnuvadaki şampiyonluğu bugünle eş tutmak, buna karar vermek hukuki olarak mümkün değil. Böyle bir karar verileceğine ihtimal vermiyoruz. Görüşülmeden bunun reddedileceğini düşünüyorum. Kamu kurumları kanundan aldıkları yetkiyle görevini yerine getirirken, hukuka uygun davranmak durumundalar. İlgili yönetici kardeşimiz, Galatasaray 1959 öncesi bizden şampiyonluğu olsaydı buna itiraz eder miydi dedi. Şunu soruyorum. Şayet ligde Fenerbahçe, Galatasaray’ın önünde olsaydı böyle bir talepte bulunur muydu? Bunu düşünmek lazım. Sonuçta bir rekabeti sahada yapmak durumundayız. Sahada bu mücadeleyi vermek durumundayız. Asla başka iftira niteliğindeki kin ve nefret duygularıyla hareket etmememiz gerekir. Bugün bunu gördük, yaşadık. Galatasaray camiası olarak bunu karşılıksız bırakmayacağız. Hukuk önünde bunun hesabını soracağımızı ben buradan taahhüt ediyorum.” diyerek sözlerini noktaladı.
1959 öncesi organizasyonlarla ilgili tarihi gerçekler
Spor tarihçisi Melih Şabanoğlu, Türkiye'de 1959 öncesi futbol organizasyonlarla ilgili ortaya atılan spekülasyonları tarihi bilgiler ışığında yorumladı.
Spor tarihçisi Melih Şabanoğlu, 1959 yılı öncesi liglerdeki şampiyonluk meselesi ile ilgili tarihi gerçekleri Galatasaray Televizyonu'nda şöyle anlattı:
“1959 yılı öncesi şampiyonluklarla ilgili tarihi gerçekleri nasıl okumalıyız? Fenerbahçe Spor Kulübü’nün sunduğu belgeler gerçeği ne kadar yansıtıyor?” şeklindeki soruya Melih Şabanoğlu, “Bir tarihçi olarak önüme bir konu çıktığı zaman o konuyu tarih ve bilimsel yöntemi kullanıp, o konuyu objektif bir biçimde ele alıp bir teze ulaşmaktır tarihçilik. 2014 yılında bu konuda Twitter’da Metin Sipahioğlu ile yazışmıştım. Onun mesajları üzerine bu konuyu çalışmaya başladım. Benim spor tarihi konusunda asıl uzmanlık alanım İstanbul Ligi’nin kuruluşudur. Daha Osmanlı dönemidir fakat bu konuya Metin Sipahioğlu’nun mesajları üzerinden çalışmaya başladım. 2014 yılından beri çalışmalarımı sürdürüyorum. Objektif olmaktan bahsettim ve burada Amerikan filmlerinde mahkemelerde gördüğümüz sadece gerçeği söylemek mükellefiyetiyle konuşuyorum. Bunu iki açıdan söylüyorum: Birincisi tarihçi hassasiyeti, ikincisi Galatasaray Kültürü ile büyümüş bir insanım. 1973 yılında 11 yaşındayken Galatasaray Lisesi’ne girdim. Galatasaray kültürü ile büyümüş bir insanım. Galatasaray kültürü biraz farklı bir kültürdür. Birisi farklı bir iddiada bulunduğunda Galatasaray kültürü içerisinden bir isim ‘’Dur bakalım! Bu senin söylediğin acaba tarihe ne kadar karşılık geliyor’’ diye itirazını söyler, böyle bir kültürdür. Bu kültür gereği konuşuyorum. İkinci olarak bu yayını Fenerbahçelilerin de izlediğini biliyorum. Hepsini sevgi ve saygı ile analım. Naçizane Fenerbahçe tarihine de bir spor tarihçisi olarak minik katkılarım olmuştur. (Osmanlıca Muhit dergisinin 31 Aralık 1908 tarihli nüshasında Fenerbahçe tarihinin ilk fotoğrafını göstererek) Ayrıca keza sosyal medyada bir blog sahibi olan Fenerbahçe tarihçisi Barış Bey ile görüş alışverişinde bulunuyoruz. Kendisine Fenerbahçe’nin bilinen ilk maçının kupürünü ilettim. The Levand Herald gazetesindeki Fenerbahçe’nin maç yaptığına dair ilk kupürü kendisine ilettim. Dolayısıyla Fenerbahçelileri de bu anlamda buradan sevgi ve saygı ile anıyorum. Öncelikle şu iki hususu net bir biçimde ortaya koymak lazım. Birincisi: Türkiye’de kimse 1959 yılı öncesini yok saymıyor. Bunun zaten en önemli kanıtı Tahkim Kurulu’nun 2002 yılında verdiği karar. O kararla zaten 1959 yılı öncesine geçilmiştir. Tahkim Kurulu’nun verdiği karar, Anayasa’nın 59. maddesinin ek fıkrasında belirttiği üzere tartışılmaz. Tahkimin bu kararı varken 1959 yılı öncesi yok sayılıyor diyemeyiz çünkü zaten Beşiktaş’a iki şampiyonluk yazılmış durumda Federasyon Kupası’ndan. İkinci olarak biraz daha genel baktığım zaman şunu görüyorum. Nasıl bir toplum mühendisliği varsa sosyoloji ve siyaset biliminde, bu konuda bir kupa mühendisliğinin yapıldığını düşünüyorum. Kupa mühendisliği gözüyle bakılıyor. İlk argüman ne? 1959 öncesi yok sayılıyor. Peki o zaman en son söyleyeceğimi en başta söyleyeyim: Galatasaray’ın, Türkiye Futbol Birinciliği’nde 1953 yılında kazandığı bir kupa var. Hemen itiraz geliyor orada. O dönem amatör dönem, amatör-profesyonel ayrımından sonra oldu diye… Madem 1959 yılı öncesini yok sayıyoruz, peki niye 1957 yılından başlatıyoruz Türkiye Futbol Ligi’nin tarihini? Amatör ve profesyonel diye neden ayırıyoruz? Bir spor tarihçisi olarak bilmeyenlere şunu da söylemek isterim: 1951 yılının son döneminde dönemin Türkiye Futbol Federasyonu, profesyonelliği ortaya koyduğu zaman bütün kulüplerin futbolcuları bir anda profesyonel olmadı.” dedi.
1959 yılının neden başlangıç olduğu konusunu Spor Tarihçisi Melih Şabanoğlu şu şekilde açıkladı:
“1954 yılında UEFA kuruluyor ve 1955 yılında Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası’nı düzenlemeye başlıyor. O zaman UEFA, TFF’ye dönüp diyor ki ‘’Senin şampiyonun kim?’’ TFF dönüp bakıyor ki böyle bir organizasyon yok. O yıl ilginç bir biçimde 1954-55 yılında profesyonel İstanbul Ligi’nde şampiyon olan Galatasaray’ı şampiyon olarak Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası’na gönderiyor. Metin Oktay’ların olduğu kadro, elenmesine rağmen bir Türk takımının ilk galibiyetini aldığı eliminasyondur. Dolayısıyla 1955 yılından itibaren TFF, ulusal bir organizasyon kurma konusunda çalışmalara başlıyor. Bu kapsamda Federasyon Kupası kuruluyor. Federasyon Kupası, aynı milli kümede olduğu gibi İstanbul, Ankara ve İzmir Futbol Ligleri’ni belli bir sırada bitiren ayrıca Adana’dan da bir temsilci var. Onların katıldığı bir Federasyon Kupası düzenliyor. O Federasyon Kupası’nı Beşiktaş 2 kere kazandığı için Türkiye Şampiyonu sıfatıyla Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası’nda oynuyor. Beşiktaş, 2002 yılında yıldız sistemi ihdas edildiğinde bu Federasyon Kupası’nı gerekçe göstererek 2 şampiyonluk istedi. O dönem Türker Arslan’ın başında olduğu Tahkim Kurulu da bunu kabul ederek o iki şampiyonluğu Beşiktaş’a vermişti. Yani kimse 1959 yılı öncesini yok saymıyor! Zaten Tahkim Kurulu kararıyla 1959 yılı öncesi de sayılmış durumda. 1953 yılından devam etmek istiyorum, Profesyonel Lig hikayesi… 1951 yılının sonuna doğru Profesyonel Lig kabul edilince insanlar sanıyor ki bütün takımların futbolcuları profesyonel oldu. Böyle bir şey yok. Profesyonel Lig kabul edildiği zaman Federasyon şunu diyor: “Bir takımda 6 kişinin profesyonel sözleşme imzalaması yeterlidir.’’ Bütün takımlar buna göre futbolcularından sadece 6 kişiyle sözleşme yapıyorlar. Galatasaray Spor Kulübü, profesyonel sözleşme imzalatmadığı asıl A Takım Kadrosu ile 1952-53 yılında Türkiye Futbol Birinciliği’ne katılıyor. Hani diyorlar ya “Lefterler’i, Baba Hakkı’ları yok sayıyorsunuz’’ (Elinde 1952-53 yılında Türkiye Futbol Birinciliği kupa seremonisi fotoğrafını göstererek) Burada Turgay Şeren var. Diğer efsaneler Suat Mamat ve İsfendiyarlar’ı görüyoruz. Burada dediğim gibi bir kupa mühendisliği yapılıyor. Lefter’in şampiyonluğu elinden alınmasın deniyor ama Turgay Şeren’in şampiyonluğunu neden elinden almaya çalışıyorsunuz! 1959 yılı öncesini sayacaksak buyurun Galatasaray A Takımı bu. Ben sadece bunu örnek olarak gösteriyorum. Birinci düzeltmemiz gereken hata bu. Kimse 1959 yılı öncesini yok saymıyor.”
“Metin Sipahioğlu, Bundesliga örneğini verdi ama önce 1953 kadrosunu saymak isterim: 19 Mayıs’ta Adana’da oynanan final maçında Havagücü’nü 3-1 yenen Galatasaray’ın sahaya çıkan kadrosu şudur: Turgay Şener, Bülent, Günay, Coşkun Özarı, Bülent Eken, Muzaffer Tokaç, İsfendiyar, Suat Mamat, Ali Berat, Ali Soydan… Bunların hepsi futbol tarihinin efsaneleridir. 1959 yılı öncesi sayılsın diyenler, 1951’den başlayarak şampiyonluğu almak istiyorlar. Burada kupa mühendisliği yapılıyor. Ölçülerek, biçilerek kupaları biz alalım şu kupa Galatasaray’a gitmesin diyen bir zihniyetle karşı karşıyayız.”
Milli Küme ve 1959 yılındaki Milli Lig’e katılan takımların üç şehirden olması konusunda Melih Şabanoğlu şu değerlendirmeyi yaptı:
“Ben şöyle bir benzetme yapmak istiyorum bu konuda. Güneş sistemi içerisinde Dünya var. Bu Dünya’nın bir çapı, bir büyüklüğü var. Güneş’e yakınlığı var. İnsanoğlu, Dünya’nın başına bir şey gelirse diye Dünya’ya benzeyen gezegenler arasında öte gezegenler arasında arıyor. Ben size bir tane gezegen söyleyeceğim Kepler 1938B. Bu Dünya’ya çok benzeyen bir gezegen fakat ne kadar uzakta? 470 ışık yılı uzaklıkta. Keza aynı sistemde başka bir gezegen var Dünya’ya çok benziyor ama 4.2 ışık yılı uzakta. Sadece 1959 yılında başlayan Milli Lig’in ilk başlarında üç tane ilden takımlar katılıyor örneği ile Milli Küme’de sadece 3 ilden temsilci var. Bu benzetme üzerinden eğer bu ikisini eşitlerseniz, aynı verdiğim bu örnek gibi çok ışık yılı, insan ömrünün yetmeyeceği gezegenleri yan yana koymuş olursunuz. Siz şimdi bu gezegenler Dünya’ya benziyor diye Güneş Sistemi’nin içine mi alıyorsunuz? Alamazsınız! Çünkü Güneş Sistemi ile bu sistemler apayrı sistemler. Milli Küme aslında bir ulusal organizasyon yapabilir miyiz? Projesiyle başladı. 1937 yılında 3 tane ilden temsilci katılıyor fakat orada da seçkinci bir tavır görüyoruz. İstanbul Ligi önce oynanıyor, sezon Eylül ayında başlıyor. Şubat’ın sonuna kadar İstanbul Ligi oynanıyor. İstanbul Ligi’nde ilk 4 takıma girenler bu lige katılabiliyor. Ankara ve İzmir Ligi’nin ilk 2 takımı bu lige katılabiliyor. Milli Küme böyle bir sistem. Fakat 1959 yılında başlayan Milli Lig gerçekten 3 tane şehrin takımlarıyla başlamış olmasına rağmen kategorik olarak Milli Küme’den çok farklıdır. Her şeyden önce Milli Lig başladığı zaman, o dönemki TFF çok önemli bir karar alıyor mahalli ligleri kapatıyor. Yani en son Mahalli Lig 1959 yılında oynanıyor. Daha sonra Milli Lig başlıyor, Milli Lig başladıktan sonra şehir ligi yok. Dolayısıyla biz burada neyi görüyoruz? Spor otoritesinin artık ulusal bir turnuva başlamıştır altta mahalli liglere gerek yoktur perspektifini görüyoruz. Artık Mahalli Lig’leri kapatıyor. Milli Lig tek ve ana turnuva oluyor! Bu en önemli nokta.”
“Milli Küme kavramı 1943 yılında değişiyor, Maarif Kupası oluyor. Ondan sonra tekrar değişiyor Maarif Mükafatı oluyor. Sonra bir kez daha değişiyor Millî Eğitim Bakanlığı kupası oluyor. İsmindeki milliyi bile kaybetmiş. İkinci mesela 1937 yılında Milli Lig başladığı zaman spor otoritesinin asıl amacı bunu ulusal bir lige dönüştürmek ama bunda başarısız oluyor. Şu örneği vereceğim: 1959 yılında Milli Lig başladığı zaman, spor otoritesi hemen Mahalli Lig’leri kaldırıyor. Tek ve ana turnuva haline getiriyor. Fakat 1937 yılında Milli Küme başladıktan sonra bu siyasi iradeyi görmüyoruz. Mahalli Lig’ler var ama onun üzerinde Milli Lig var. 1959 yılında başlayan Milli Lig, ana ve tek turnuvadır. 1960 yılında hemen bir sistem kurulduğunu görüyoruz. 2.Lig kuruluyor küme düşme ve çıkmalar var. Bir sistem yani Güneş Sistemi gibi bir düzene oturtuyor dönemin spor otoritesi. Hemen 3. yılında başka üç şehirden takım katılmış oluyor. Burada en önemli şey Milli Lig’de küme düşme sisteminin olması, sürekliliğin olması, süreklilik derken 1959 yılından sonra Milli Lig her sene oynanmıştır. Ama dönüp bakıyoruz normalde 14 yıl oynanması gereken Milli Küme 11 yıl oynanıyor, 3 yıl oynanmıyor. Bir düzenlilik yok. Önemli olan bir şey de Milli Lig başladığı zaman 1959 yılında. Bugünkü Süper Lig’den bahsediyoruz. Temsiliyet olarak Milli Lig’e Ankara’nın, İzmir’in bütün önemli takımları katılıyor. Ankara’dan ve İzmir’den 4 takım var. İstanbul’dan 8 takım var. Temsiliyet olarak Milli Küme’de 8 takımla deplasmanlı lig varken; Milli Lig’de 20 takımdan bahsediyoruz. Ondan sonra 20 takım kadar çıkan bir ligden bahsediyoruz. Temsiliyet olarak çok farklı bir ligden bahsediyoruz.”
“En önemli nokta ise 1937 yılında Milli Küme başladığında yine en önemli turnuva İstanbul Ligi. Bunu nereden biliyoruz? 1940 yılından bir örnek vereceğim. Fenerbahçe, 1940 yılında final maçına çıkacak. Eskişehir Demirspor ile, aynı gün İstanbul Ligi’nde Beşiktaş ile maçı var. Fenerbahçe Yönetimi, B Takımı’nı gönderiyor çünkü onlar için asıl önemli olan İstanbul Ligi. Aynı benzer tepkiyi Beşiktaş’ta da görüyoruz. “
“İstanbul Ligi yani İstanbul Amatör Ligi, o dönem Milli Küme’den çok daha zor bir lig. Milli Küme’ye İstanbul’dan 4, Ankara ve İzmir’den 2 takım katılıyor. Fakat Ankara ve İzmir’den katılan 2 takım da 11 takımlı İstanbul Ligi’ndekilerden daha güçsüz takımlar. Yani bir örnek vereyim: Fenerbahçe, Beykoz ile berabere kaldığı için şampiyonluk kaptırıyor. Fenerbahçe, İstanbul Ligi’ni daha çok önemsediği için Türkiye Futbol Birinciliği’ne B Takımı’nı gönderdi. Yani ana lig, daha zorlu olan lig İstanbul Ligi’ydi. Mesela örneği verdim Fenerbahçe, 1941 yılında Beykoz’a 2-1 yeniliyor bu yüzden İstanbul Ligi şampiyonluğunu Beşiktaş’a kaybediyor. Fakat Milli Lig’e baktığımızda Beykoz ayarında bir takım yok İzmir ve Ankara’nın. O lig daha kolay. O dönemki İstanbul takımlarının önemsediği en önemli turnuva İstanbul Futbol Ligi. Mesela Beşiktaş’ın 8 şampiyonluğu var 1930’ların sonu ile 1940’ların ortasına doğru bunların 5’i üst üste gelmiştir. Tuhaf bir şekilde Beşiktaş Milli Küme’yi önemsemiyor, Milli Küme’de 8 şampiyonluk çıkarmıyor. Milli Küme ne zaman başlıyor? İstanbul Ligi bittiği zaman mart ayında başlıyor Temmuz’a kadar uzuyor. Dolayısıyla takımların konsantrasyonu zayıf. Beşiktaş, o yıllarda İstanbul Ligi’nde fırtına gibi eserken Baba Hakkı’ların, Şerefli takım fırtına gibi eserken, Milli Küme’de o Beşiktaş’ın daha az şampiyonluğu var. Bu da önemli. Milli Küme’ye katılan Ankara ve İzmir takımları o kadar zayıf ki İstanbul Ligi’nden daha zayıf bir lig oluyor Milli Küme. Beykoz örneğinden bunu söylemiş oldum. “
“Spor Tarihi açısından bir iki noktaya temas etmek istiyorum: Deniliyor ki Milli Küme ulusal bir mücadeleydi. Bunun denilme sebebi de Milli Lig’in 3 il takımları arasında başlaması örneğini Milli Küme’ye de teşmil ederek o da 3 ilin takımı arasında oynandığı için o da ulusaldır deniyor. Naçizane çok basit bir şey söyleyeceğim. 1937 yılında dönemin spor otoritesi Milli Küme’yi ihdas ettiği zaman o dönem düzenlenen bir lig var adı Türkiye Futbol Birinciliği. Türkiye Futbol Birinciliği, Metin Sipahioğlu’nun da temas ettiği gibi 11-12 şehir temsilcileri arasında oynanan geniş ölçekli bir organizasyon. Fakat 1937 yılında Milli Küme ihtas edildiği zaman dönemin spor otoritesi çok önemli bir karar veriyor. Dönüp şöyle bir organizasyona gidiyor. O dönem 1937 yılına kadar Türkiye Futbol Birinciliği’ne İstanbul, Ankara ve İzmir’in şampiyonları katılırken 1937 yılında Milli Küme’nin başlamasıyla birlikte ve 3 ili kapsaması nedeniyle Türkiye Futbol Birinciliği’nden çıkarıyor. 3 il arasındaki deplasmanlı lige Milli Küme diyor. 3 ilin dışındaki organizasyona Mıntıkalar Arası Şampiyona diyor. Bu çok önemli bir saptama. Dönemin spor otoritesi Milli Küme’yi ulusal bir organizasyon kabul etmiyor. 3 ilin temsilcilerinin olduğu bir organizasyon olarak kabul ediyor. Dönün bakın tarihe, 1937 yılında ve 1938 yılında Türkiye Futbol Birinciliği düzenlenmiyor. 3 ilin dışındaki takımlar arasında Mıntıkalar Arası Şampiyona düzenleniyor. Özetle Türkiye Futbol Birinciliği ikiye bölünmüş oluyor. Şimdi dönüyoruz 1940 yılına bakıyoruz Milli Küme’nin şampiyonu Fenerbahçe, 1940 yılında Mıntıkalar Arası Şampiyon Eskişehir Demirspor. Bu ikisi Türkiye Futbol Birinciliği finalinde oynuyor. Ne deniyor? İkisi de ulusal deniyor. Bir tane ulusal organizasyonu, diğerinin altına koyarsanız bunun ulusal bir organizasyon olmadığı anlamına geliyor. Bir ülkede tek ulusal organizasyon olur. 1940 yılına baktığımızda Milli Küme şampiyonu ile Mıntıkalar Arası Şampiyon finalde karşılaşmış oluyor. O zaman dönüp diyorum ki 1937 yılında Milli Küme ulusal bir organizasyon olarak başlamışsa dönemin spor otoritesi neden ikiye bölüyor? Milli Küme ve Mıntıkalar Arası Şampiyona olarak. 1940 yılında niçin Milli Küme’yi, Türkiye Futbol Birinciliği’nin altında bir organizasyon olarak kabul ediyor? Dönemin spor otoritesinin bakışını anladığımızda Milli Küme’nin sadece 3 şehir arasında düzenlenen deplasmanlı bir lig olduğunu, ulusal bir lig olmadığını anlıyoruz. Bu nokta finaldir. Tek bir kelime düşünülemez.”
“İkinci nokta ise Metin Sipahioğlu İtalya örneğini verdi. Öyle bir kupa mühendisliği yapılıyor ki Türkiye Futbol Birinciliği ve Milli Küme 7 yıl üst üste çakışıyor. 7 yılda 14 tane şampiyon çıktığı kabul edilmesi isteniyor kamuoyundan. Sn. Metin Sipahioğlu İtalya örneğini verdi: İtalya’da 2 şampiyon var diyerek, o sezon İtalya’da federasyon ikiye bölünüyor. Bir tanesi başka bir turnuva düzenliyor. Bir diğeri başka turnuva düzenliyor. Bu turnuva düzenlenirken kıstaslar şöyle: Bir turnuvada yabancı oyuncular da oynayabiliyor. 1920’lerde İskoçlar, İngilizler, Macarlar ve Çek oyuncular daha iyi. İtalyan takımlarının bir kısmı yabancı oynatabiliyor 1-2 tane. Dolayısıyla o şampiyonlardan bir tanesi yabancıları kapsarken, diğeri de İtalyanlar arasında oynanan statüyü kapsadığı için 2 tane o yıla özeldir bu. İki tane şampiyon kabul ediliyor. Hukukta şu laf vardır: “Su-i misal emsal olmaz!’’ Yani yanlış örnek geneli teşmil etmeyen örnek doğru kabul edilemez. Kupa mühendisliği yapılırken bize şu dikta ediliyor: İşte efendim bu iki organizasyon aynı tarihlerde yapılmıyor. Bu kupa mühendisliğidir. Ahlaken ve etik olarak bir ülkeden bir şampiyon çıkması gerçeğini niye göz ardı edelim? Yani 7 yılda neden 14 tane şampiyon çıksın bu ülkeden.
Bundesliga örneği tam da doğru bir örnektir. Almanya’nın geçmişi biraz karışık olduğu için yıldız hesabında eski şampiyonluklar yıldız hesabına dahil değildir. Almanya Futbol Federasyonu, eski şampiyonlukları da almak adına şöyle bir tasarrufa gidiyor: Eski şampiyonları asla ama asla yıldız sisteminin içine koymuyor Bundesliga’da. Eski şampiyonları sadece Bundesliga şampiyonlarına verilen kupada Bundesliga öncesi şampiyonların adını yazıyor oraya. Sipahioğlu, Rapid Wien ve Leipzig örneğini verdi. Aslında Bundesliga örneği tam da Türkiye’nin tam da alması gereken örnek. Bundesliga örneğini almamız isteniyor. Bu örnek eski şampiyonlukları yıldız sistemine almıyor.”
“1924 yılında başlayan Türkiye Futbol Birinciliği… O da düzensiz bir organizasyondur. O kupa statüsünde oynanan eleme usulü oynanan bir ligdir. Öyle devam etmiştir. Eliminasyon usulü oynanan Türkiye Futbol Birinciliği yıldız sistemine dahil edilecekse, madem bir yılda iki şampiyon çıkabiliyor Türkiye Kupası da eliminasyon sistemiyle oynanan bir turnuvadır. Türkiye Futbol Birinciliği’ne göre daha temsiliyet anlamında da Türkiye’yi daha temsil eden bir turnuvadır. Galatasaray Spor Kulübü’nün başvurusunda önü açılmıştır diye tahmin ediyorum. Son olarak şunu söylemek istiyorum. Milli Küme’ye döneceğim. 1930’larda Beşiktaş’ın 1930’lar ve 40’ların sonundaki o dönemki efsane takımı 8 tane İstanbul Şampiyonluğu kazanırken, Milli Küme’de bu başarıyı gösteremedi. 1940’lara baktığımızda Milli Küme’de bir Fenerbahçe hakimiyeti görüyoruz. Madem Milli Küme bu kadar kamuoyu tarafından kabul edilen bir organizasyondu ve onları heyecanlandıran bir organizasyondu benim babam, amcalarım, dayılarım 1930 doğumlulardı. Hepsi rahmetli oldular. 1930 yılında doğan, 1940’lı yıllarda henüz çocuk olanların tuttuğu takım Beşiktaş’tır. Hepsi Beşiktaşlıydı. Etrafımda da bunu çok gördüm. Nedeni neydi? Çünkü Beşiktaş, İstanbul Ligi’ni domine eden takımdı. Kimse Milli Küme’de Fenerbahçe, 6 şampiyonluk aldı diye o dönemin çocukları Fenerbahçe’yi tutuyor değildi. İstanbul Ligi’ne bakıyorlardı. O nedenle hemen hemen hepsi babamım arkadaşları Beşiktaşlıydı. Bu örneği de vermek istedim. “