O bir Galatasaraylı!

Galatasaray'ın başarılı orta saha oyuncusu Yekta Kurtuluş, Galatasaray Dergisi'nin Aralık sayısına açıklamalarda bulundu.

Galatasaray'ın başarılı orta saha oyuncusu Yekta Kurtuluş, Galatasaray Dergisi'nin Aralık sayısına konuştu.

Aylık yayınlanan Galatasaray Dergisi'nden Atahan Altınordu'ya röportaj veren Yekta Kurtuluş, şunları söyledi:

İlk geldiğinde şunu söylemiştin, "Bu sezon mümkün olduğunca üst sıralar, önümüzdeki sezon şampiyonluk, sonra Avrupa..." Hepsi tek tek gerçekleşiyor. Şimdi?

"Şimdi, en son söylediğim, Avrupa'da başarı! Tabii ki ligde yine şampiyonluk, Galatasaray her dönem şampiyonluğa oynamak zorunda olan bir takım, ikinci olduğunda başarılı görülmüyor haklı olarak. Avrupa'da da, tabii ki Şampiyonlar Ligi'ni kastediyorum, gidebildiğimiz yere kadar gitmek. Final oynamak en büyük isteğimiz. İstemeden olmaz."

Galatasaray'a transfer olduğunda takımın başında Hagi vardı. Nasıl bir şeydi Hagi ile çalışmak? Futbolcu, teknik adam ve insan olarak ne ifade ediyor Hagi senin için?

"Öncesinde şunu söyleyeyim, benim o transfer döneminde Galatasaray'la adım çok fazla anılmadı. Belki de en son Galatasaray adı geçti. Karar verme sürecinde o kadar beklememin sebebi de buydu aslında. Teklif geldi, benim hiç haberim olmadan iş bitti zaten. Menajerim benim Galatasaraylı olduğumu bildiği için hiç konuşmadan tamam demiş. Kasımpaşa kampından ayrılıp buraya geldim, 20 Ocak günü akşam 9 sularıydı. İlk görüşmemi Adnan Sezgin'le yaptım, imzalar atıldı, Hagi ile ertesi gün tanıştım. Hagi tabii çocukluğumun en önemli figürlerinden biriydi. Benim için çok heyecan verici bir olaydı onunla tanışmak. Futbolculuğu dönemini tartışabilecek bir adam tanımıyorum zaten, hâlâ Türkiye'ye gelmiş en büyük yabancıdır. Antrenörlüğüne döneminde ise şanssızlık hakimdi. Olmayacak maçları kaybettik. En ufak şanssızlık, dönüp kalemizde gol oluyordu. Ters gidebilecek her şey ters gitti o dönem. Diğer yandan bütün futbolcularıyla birebir ilgileniyordu, insan ilişkileri çok kuvvetliydi ama talihsiz bir döneme denk geldi işte."

2009-10'un sonlarına doğru Kasımpaşa'da skor etkin çok arttı. 4 maç üst üste gol attın, birçok asist yaptın. Kaptanlığa kadar da yükseldin. Kaptanlığın bir hikâyesi var mı?
"Bilmiyorum, bana kaptanlığı uygun gördüler, ben de itiraz etmedim. Deplasmandaki Gençlerbirliği maçında ilk kez taktım kaptanlık pazubandını, üçüncü yılımdı. Hatta o sezon ilk gol attığım maçtı, sonra o bahsi geçen dört maçlık gol serisi geldi zaten. Formda olduğum bir dönemdi, kritik maçlarda iyi performans gösterdim, Ali Sami Yen'de Galatasaray'a da golüm vardı."

O golü attığında ne hissettin? Galatasaray taraftarının dikkatini çektiğin ilk maç oydu diyebiliriz herhâlde, sevinmemiştin?

Çok değişik bir durumdu, şampiyonluğa oynayan bir takım, çocukluğumdan beri hayallerini kurduğum takım, belki şampiyonluktan edecek benim attığım gol... Ama profesyonellik gereği onu yapmak zorundaydım. Golü attım ama içimden hiç sevinmek gelmedi, öyle bir görüntü çıktı ortaya. Düşünmeden olmuş bir şey.

"Çocukluğumdan beri bu formayı giymek için futbol oynuyorum" dedin. Daha önce de söylemiştin. Çok büyük bir söz bu...

Gerçek bu. Ama benim asıl büyük lafım, "O formayı giymeden ölmem" demiştim. Bunu da İzmirspor Dergisi'ne verdiğim röportajda söylemiştim, 8-9 yaşındaydım. O dergi hâlâ babamda durur, fotoğraflarıyla birlikte. Arkadaşlarım da hep dalga geçerlerdi benimle, Galatasaray forması getirip "Al hadi giy de öl" derlerdi ama bana nasip oldu sonunda o formayı giymek."

Çocukken en sevdiğin futbolcular?
"Prekazi! Ve, saçlarımın arkası da Prekazi gibiydi benim. Hep de onun formasını giyerdim, mahallede de öyle seslenirlerdi bana. Stadımızda plaket aldığı zaman tanışma fırsatı da buldum ve çok mutlu oldum. Benim ilk çocukluk kahramanımdı."

Biraz da taraftar yönüne daha yakından bakalım. Örneğin bir fotoğraf dolaşıyor, fotomontaj mı gerçek mi belli değil. İlk gittiğin maç, unutamadığın Ali Sami Yen anıları. Ne söylemek istersin?
"Ali Sami Yen'de gittiğim ilk maç, Ümit Karan'ın iki gol attığı Fenerbahçe maçı, 8 Mart. Ama İzmir'e her geldiğinde Galatasaray, ben de oradaydım, her maçta vardım. Ali Sami Yen'deki anılarım çok fazla. Bilkentli Aslanlar ile gidiyordum maçlara; kuzenim Uraz Batur ile birlikte, Mehmet Güleli ile."

Tribünden gelen bir başka oyuncumuz Hakan Şükür'ün bir röportajını hatırlıyorum. Çok hoş bir sözü vardı. "Tribündeyken futbolcuları çağırdığımızda hep bizim tam önümüze kadar gelmelerini isterdim. O yüzden bütün futbolculuğum boyunca her çağrıldığımda reklam panolarının arkasına kadar gidip tribünleri selamladım" demişti. Senin futbolculuğun da, taraftarlığından bir iz taşıyor mu içinde?

"Mutlaka etkisi var. Gücümün bittiği yerde, tuttuğum takımın formasıyla mücadele ettiğimi hissederek koşuyorum. Tribündeki hâlimi getiriyorum gözümün önüne. Çünkü onu hep yaşamıştım tribündeyken, "Ben o formayı giysem çok koşarım, şöyle mücadele ederim, böyle savaşırım" gibisinden ama tabii belirli bir göreviniz var saha içerisinde, ne kadar çok koşmak isteseniz de durmanız gereken bir yer var, bazen durmak takıma fayda sağlıyor... O yüzden deli danalar gibi bilinçsizce koşmaktansa yerine göre aklımı koşturmam gerekiyor. Bunun dışında, deminki hikâye çok tanıdık geldi, zira aynısı benim için de geçerli diyebilirim. Ben de tribündeyken futbolcular en yakına kadar gelsin isterdim ve şimdi de gitmeye çalışıyorum. Sadece bu değil, her fotoğraf çektirmek isteyeni, imza isteyeni kırmadan, geri çevirmeden değerlendirmeye çalışıyoruz. Bu istisnasız bütün arkadaşlarım için geçerli."
Webaslan'a devam... Webaslan Mobil Uygulamaları