Galatasaray kaptanıydı, Fenerbahçe transfer oldu! Sinan Can Güler'den itiraf
Parkedeki serüvenine nokta koyan Türk Basketbolu'nun unutulmayacak ismi Sinan Güler, farklı kulvarlarda boy göstermeye hazırlanıyor. Girişimcilik, yöneticilik derken bir hayali daha var... Olimpik sporcu apoletini takabilmek için 3x3 Milli Takımı'nı fırsat olarak görüyor, yeni kariyerinde de en az oyunculuğu kadar ses getirmek istiyor...  
Milliyet
Galatasaray kaptanıydı, Fenerbahçe transfer oldu! Sinan Can Güler'den itiraf
Fotoğraf : AA

Türk Basketbolu'nun en özel karakterlerinden birisi olan, babası Necati Güler ve abisi Muratcan'dan aldığı bayrağı, aynı saygınlıkla zirveye taşıyan, kısa süre önce Darüşşafaka'nın organizasyonuyla parkedeki serüvenine nokta koyan Sinan Güler, yepyeni kulvarlarda boy göstermeye hazırlanıyor.

Girişimcilik, yöneticilik derken bir hayali daha var... Olimpik sporcu apoletini takabilmek için 3x3 Milli Takımı'nı fırsat olarak gören başarılı isim, yeni kariyerinde de en az oyunculuğu kadar ses getirmek istiyor...

Darüşşafaka'nın hazırladığı güzel bir veda ile oyunculuk kariyerini sonlandıran Türk Basketbolu'nun yetiştirdiği en önemli değerlerden Sinan Güler, veda gününü, mükemmel kariyerini ve bundan sonraki planlarını anlattı...

Hani derler ya film şeridi gibi geçti diye... Veda gününde senin gözünün önünden geçen film şeridinde neler vardı?

Aslında şöyle bir gerçek var; bu hikaye biz Selçuk abi ile oturup konuştuğumuzdan beri belliydi. Ben hem kafamda hem de fiziksel olarak yaşadığım yıpranmayla, geçen sene Fenerbahçe ile oynadığımız play-off maçının son maçım olabileceğini hissediyordum. O yüzden de o film şeridi bende epeydir oynuyor ve aslında o gün, sonundaki katkıda bulunanlar gibi bir şey oldu. Her anı her türlü yaşıyorum. Çocukluğumdaki anları hatırlama çabam oluyor, kariyerimdeki önemli anları zaten hep hatırlıyorum. Kitabı Darüşşafaka'da kapattığım için o gün daha çok Selçuk abiyle ilk konuşmamız ve 3 yıl içinde yaşadıklarım diyebilirim.

Üç büyüklerde de oynadın. Beşiktaş'ta başladın, Galatasaray'da Eurocup kazandın, oradan Fenerbahçe'ye transfer oldun... Ancak sana olan bakışın hiç değiştiğini sanmıyorum ve bu sadece sahadaki performansla başarılacak bir durum değil galiba...

Başta annem ve babamın büyük rolü var, spora dair yönlendirmeleriyle. Çocukluğumdaki tecrübelerin ve sporu hep saha içinde yaşama çabam çok etkili oldu. Benim için en önemli yol gösterici abim. Hep onun gibi hem yetenekli hem de duruşuna sadık oyuncu olmak istedim. Bu başarı olarak gördüğüm bir şey değil aslında. Yapmam gereken o diye düşündüm.

Belki bir sorumluluk; Necati Güler'in oğlu, Muratcan'ın kardeşi olmak...

O her zaman için büyük bir sorumluluktu. Bir süreden sonra da sahada yapabileceklerimin etki alanının büyüklüğünü anlamak aslında o karakteri korumaya alma gereksinimini de kendi içimde verdi.

Oyun karakterine baktığımızda agresif, ısıran bir oyuncuydun. Böyle oyuncuların aslında rakibe de aynı davranması beklenir ama sen alnın yarıldığı bir ortamda bile rakip oyuncunun durumunu soran isim oldun. O dengeyi nasıl korudun?

Oyun kendi içinde rekabet kurallarını barındırıyor. Onun için de her şeyi yapıyoruz. Belki çocukluğumda ve gençliğimde farklı davrandığım anlar olmuş olabilir ama ben sert bir faul yapsam da devam edebilmeyi kendime alıştırdım. Bunu takım arkadaşlarımla da yaşadım. Antrenmanlarda en çok rekabet ettiğim yabancı oyuncuya da en yakınım, kardeşim dediğim Türk oyuncuya da... Sahada kavga ederdik, sertlik yapardık ama antrenman bittiğinde sarılıp o sahadan beraber çıkabilirdik...

Zizis anını hatırlıyor musun?

O an aklıma gelen en net şey, daha evlenmemiştik; eşim Ekin'in sakinliği ve genel yaklaşımıydı. O kadar kanın olduğu bir ortamda. Benzer bir anı ben gençliğimde Amerika'da yaşamıştım. Orada bir feyke ters cevap verip, kafa kafaya çarpışmıştık antrenmanda. Yine 20'ye yakın dikiş atılmıştı. O an aklıma geldi ve ben yerde yatacak böyle bir duruma geldiysem rakibe ne olmuştur acaba diye düşündüm. Bir yerden sonra da 'tamam ben iyiyim, aklım yerinde, acaba çarpıştığım kişi nasıl' diye düşündüm.

Ama o an tribünlerde 13 bin taraftarınız da senin bir tepkini bekliyor, patlamak için...

O da bir patlama versiyonu gibi. Sonuçta o anda biz bir sakatlık yaşadık. Taraftar her zaman agresiflik ve patlama bekliyor belki ama o an olan oyunun dışında olan bir şeydi. Sonuçta da o patlama farklı bir biçimde yaşandı ve tüm tribünlerin alkışlarıyla sonuçlandı.

Eurocup kupasını kaldırdığın an... O anı anlatır mısın?

Tartışılmayacak, paha biçilemeyecek bir an. O senenin başında, coachumuz Ergin abinin doğum gününü kutlamak için eşi Berna, yakınlarından notlar istemişti. Ben de 'bu senenin emeğinin karşılığında beraber kupa kaldırmak' güzel olur yazmıştım. O sene başında kendime de Eurocup'ı kazanmak, en değerli oyuncu olmak gibi hedefler koymuştum. O tarz odaklanmaları belki de ilk kez yaşadığım seneydi. O sezonu o şekilde ödüllendirebilmek, hepimiz için özellikle de Galatasaray camiası için paha biçilmezdi. O yüzden o anı kelimelerle anlatmak çok zor.

Galatasaray ile Fenerbahçe kaptanlarının birbirlerine transfer olması çok kolay değildir. O kararı nasıl aldın?

Özünde önümdeki fırsatlara bakıp (O zamana özel, 2 sene sonraki hikaye aynı değil) o anki Sinan yapabileceklerini en iyi nerede yapar, önüne gelen fırsatlar neler, bunu nasıl yapabilir düşüncesiyle çıkılan bir yol oldu...

Oyunculuk kariyerin parkede bitti ama 3x3 Milli Takımı ile devam ediyorsun... Oradaki hedef ne?

En büyük hedef Olimpiyat görebilmek. O hayal, aslında Tokyo Olimpiyatları öncesinde olimpik sporcularla bir podcast serisi yapmıştım, orada müthiş bir imrenme yaşayarak ve 3x3 basketbolun bu işin içerisinde olduğunu bilmekle geldi. Hikayenin geldiği noktada da basketbol belki parkede bitti ama basketbol oynamaya devam etmek her zaman çok kıymetli. 3x3'e Ağustos'ta sporcu olarak katıldım ve o zamandan beri araştırmalarını yapıyorum. Dünya finallerini de takip ettim. Müthiş keyifli. Etkisi küçük gibi gözükse de insana direk dokunabildiğin çok farklı noktaları var. Türkiye'de büyümesi gereken bir spor. Bunun benimsenmesine yardım edebileceğim imkanlar olduğunu düşünüyorum.

Sporcu olarak bir Olimpiyat görme düşüncesi de ağır basıyor sanırım...

O apayrı bir durum. Aslında önceki sorunun cevabı da bu. Olimpik sporcu olamamak kariyerimde bir eksiklik. Ama baktığımızda biz zaten 60 yıllık bir zorluğun içerisindeyiz. Bu fırsatı kullanıp, olimpik sporcu olarak ayakkabıyı asmak apayrı bir onur olur

KIZIMLA HAYATI YENİDEN ÖĞRENDİM

Aile... Dünya tatlısı bir kızın var. Seni basketbolcu olarak tanıdı mı?

Basketbolcu olarak tanıdı, aslında benden çok Doğuş'u tanıdı. Zaten basketbolda Darüşşafaka'da devam ettirmemin en büyük nedeni, annemin, eşimin ve Selçuk abinin, kızımın basketbolcu olarak beni görmesinin önemini anlatacak söylemleriydi. Basketbolcu olarak tanıması, salonda birlikte vakit geçirmemiz inanılmaz keyifliydi. Bütün bu yoğunluğu, hayata dair öncelikleri de anlayarak, kızımla birlikte yeniden öğreniyorum. Ne olursa olsun, önceliğin o olduğu, geri kalan her şeyin daha sonrasında gelişebileceğini gördüm. Onunla birlikte yeniden hayatı öğrenmek, 40 yaşındaki bir birey için zaman zaman zor oluyor tabii ki...

Olimpiyat hedefin gerçekleşirse eşin nasıl bakacak bu işe, yeniden kamplar başlayacak?

Esasında 3x3'ün güzel tarafı, birlikte dünyayı da gezebileceğimiz imkanların olması. Normal kamp ortamını sen çok iyi biliyorsun. Kısıtlı-kapalı ortamlar. Ama bu öyle değil. Aslında Ağustos'tan bu yana dünyayı görebilme imkanlarını hep birlikte yaşıyoruz. Tempomuza uyduğunda birlikte gidiyoruz. Esasında bütün bu süreçte Ekin'le birlikte, tabii ki kızımız en ön planda ama bir şekilde ikimizin de yaratabileceği değerleri aksatmamaya çalışıyoruz.

Oyunculuk sonrası ne yapacaksın sorusunu sormadığımız isimlerden biriydin çünkü oynarken de kariyer planını oluşturmuş gibiydin. Melek yatırımcı olman, aile olarak kurduğunuz Güler Legacy bunun örnekleri. Aslında çılgınca bir yaşam için şansın ve ortamın varken sen hep kendine yatırım yaptın...

Aslında o yaşantının da hakkını verdiğimi düşünüyorum. Ama kabına sığmayan bir çocuk olduğum için konfor alanımın dışında bir sürü şeyi yapmaya yönelip, etki alanımı genişletmeye çalıştım. Sporcu olarak aslında bizim sorumluluklarımız saha içerisinde gözükmekle birlikte saha dışında da çok sorumluluğumuz var. Saklanarak, arka planda kalarak belki kendimizi koruyabiliriz, bunu yaptığımız zamanlar da oldu ama insanların hayatına dokunabilmek, paylaşabilmek için üniversitelere, liselere gidip bunu etkin bir şekilde konuşabilmek de gerekiyor. Bir gün yöneticilik fırsatı gelirse tabii ki değerlendireceğim ama şu anda yapabileceklerimin farklı kapsamda olduğunu düşünüyorum

Bizde teknoloji biraz oyun odaklı gelişti ama sen spor ile inovasyonu birleştirmeye çalışıyorsun? Bunu spor camiasına kabul ettirmek zor bir hedef değil mi?

Elbette zor olacak ama bir taraftan da bu konuya hakim olan ya da benim kadar meraklı olan insanlar da var. Burada tercümanlık görevi bana düşüyor. Önemli olan doğru insanları bir araya getirip doğru hikayeleri anlatarak o tercümanlığı akıcı yapabilmek. Bir de son 3 seneki tecrübeme dayanarak söyleyebilirim ki spor inovasyonu dediğimizde girişimci çok farklı problemlere dokunabilecek ortamlar yaratıyor kendine. Ama artık şunu görüyorum; spor kurumlarının ihtiyaçları neler, o ihtiyaçları karşılayacak girişimci nasıl yönlendirilebilir. Yavaş yavaş bunlara da bakmaya başlayacağız. Spor kurumunun karşısına 'Bak bi girişim var şu problemi çözüyor' diye geldiğinde çok etkili olmuyor. Bunu net gördüm ama kurumun problemini bilip onun çözümünü götürmek etki alanı büyüyecektir.

Guler Legacy devam ediyor, BİDEV kurucu üyelerindensin, yatırımcısın, 3x3 ile oynamaya devam ediyorsun, olimpiyat toplantısı var; yine oradasın... Bu yoğunluk rahatsız etmiyor mu?

Rahatsız etmiyor ama şu anda öğrenme aşamasındayım. Bir dengeye oturtmam gerektiğinin farkındayım ve basketbolcu olmanın getirdiği avantajlardan birisini şimdi daha iyi anladım. Ben hiçbir şeyi tek başıma yapmadım, yine tek başıma yapmak zorunda değilim. Guler Legacy özelinde abim ve babamla bir denge kuruyoruz. Abim zaten 3 senede şirketi gelebileceği noktanın da üzerine getirdi. Geri kalan noktalarda da ufak ve doğru takımlarla, kendi ihtiyaçlarımı da bilip, ona göre yönlendirmeler yaparak ilerleyebilirim.

Kariyerindeki en unutulmaz beş an...

İlk Anadolu Efes ile şampiyonluk. 2009 Akdeniz Oyunları'nda bronz madalya kazandığımız süreç... 2010 Dünya Kupası... Galatasaray ile Eurocup... Üzücü bitse de Daçka ile Türkiye Kupası finali...

En çok eğlendiğin sene...

Her senenin başlı başına hikayeleri var. En üst seviyelerden birisi Beşiktaş takımı, oradaki Türkler, kurduğumuz ilişki. Efes sezonları her zaman zorlayıcı ama keyifliydi. 2010 Dünya Şampiyonası sırasındaki otobüs yolculukları acayip keyifliydi. Normalde müzik olurdu, Semih takımda Dj'di ama belli bir noktadan sonra maçlara giderken Cem Yılmaz'ın standup'ını izleyerek giderdik maçlara...

En büyük hayal kırıklığı...

İnan yok abi öyle bir şey. Fenerbahçe sezonları istediğim gibi geçmedi ama kendi üzerime aldığım baskı, yeniden kendimi kanıtlama ihtiyacı, gelen fırsatları değerlendirememek, ondan sonra da beklediğim fırsatları görememek benim için çok önemli öğrenimler oldu.

 

 

 



Webaslan mobil uygulamasıyla spor haberlerine herkesten önce ulaşmak için tıklayın
Puan Durumu Fikstür
Bizi Takip Edin :
Webaslan Google+ Webaslan Facebook Page Webaslan RSS Webaslan iPad Webaslan Mobil
En çok okunan haberler