Sihirli el Lakovic!
Galatasaray Medical Park Erkek Basketbol Takımı'nın Sloven yıldızı Jaka Lakovic, Galatasaray Dergisi'ne keyifli bir röportaj verdi.  
Webaslan.com
Sihirli el Lakovic!
Bazı oyuncular vardır, doğuştan gelen bir yetenek, liderlik ve kazanma ruhu taşır. Üzerine çalışma sosu ekler, disiplin aşılar, çevresiyle büyür ve çevresini büyütür. Slovenya basketbolunun efsane ismi, Euroleague organizasyonunun ta kendisi “Jale” de onlardan biri. Görmediği turnuva, almadığı kupa kalmadı kariyeri boyunca. Paul Dawkins’ten bu yana aranan ve bizlere hiç yabancılık çekmeyen bir yabancı, oyun kurucu, skorer, saha içi (sanat) yönetmeni olarak yanımızda, Galatasaray ile, bizimle, gelecek güzel günler için.  

Nasıl tanıştın basketbol ile? Ljubljana bu spor için en uygun şehirlerden biri olmalı.
Basketbol oynamaya okulda arkadaşlarımla başladım. Okul takımıyla antrenman yapıyordum. Sonra Slovan Ljubljana tarafından seçildim ve asıl oyuncu üretimini yapan takımdı.  

Litvanya’nın Vilnius kentinde PAOK, Asvel ve Rytas zaferleri. Aslında gelir gelmez alışkın olduğu bir mücadele/rekabet ortamının ortasında buldun kendini ve buna hazırlıklıydın. Takımın performansını, özellikle yeni gelen, dışarıdan bakabilen bir göz olarak nasıl buldun?
Sezon başında her şey çok çabuk gelişti. Geldiğimde yalnızca bir hafta vardı Euroleague elemeleri için. Nasıl bir beklentiye gireceğimi tam olarak bilmiyordum turnuva hakkında ancak takım çok iyi bir reaksiyon gösterdi. Çok önemli üç maç kazandık, Euroleague organizasyonuna katılma yolunda. Sezonun ilk hedefini gerçekleştirmiş olduk. 

Daha sonra Kayseri’de Cumhurbaşkanlığı Kupası, Fenerbahçe karşısında. Neler anlatıldı sana maçtan önce? Galatasaray basketbolu bu ülkeye getiren, tanıtan ve yıllarca rakiplerine büyük üstünlük sağlayan bir kulüp olsa da 16 yıl sonra bir kupa kazandı...
İstanbul’a geldiğim ilk ay içinde çok fazla maça çıktık. Euroleague için elemeler, sonra Türkiye Kupası elemeleri, ardından Fenerbahçe’ye karşı Cumhurbaşkanlığı Kupası. Takım ve ayrıca ben de herhangi bir konu hakkında gerçekten çok fazla düşünme şansı bulamadık. Çok fazla maç vardı, biz seyahat ettik, maçlarımız oynadık, en iyi performansımızı ortaya koymak için çabaladık. Ve elbette takım Cumhurbaşkanlığı Kupası maçında çok yoruldu ancak karşılaşmanın önemi, Fenerbahçe’ye karşı ve ucunda kupa olması, elbette sezonun ilk kupasını kazanma arzusu, bize gereken enerjiyi sağladı.
   
BBL’de de Efes maçı dışında kayıp yaşanmadı, Euroleague normal sezon 2 galibiyet 3 yenilgi. Barça maçındaki muhteşem geri dönüş. Abdi İpekçi’de şanssız bir şekilde üst üste üç maç kaybetti takım, dolu tribünler önünde ama taraftar küsmedi asla ve hep alkışladı bu mücadeleyi. Atmosferi nasıl buldun, 11.300 taraftar vardı ve harika bir koreografi...
Öncelikle ilk olarak atmosferden bahsetmek istiyorum. İnanılmazdı. Taraftar yüzde yüzünü vererek arkamızda yer aldı her bir anda, skorda geriye düşsek de veya önde olsak da. Aslında her şey iyi gidiyor. İki hata yaptık, Unics Kazan ve Anadolu Efes maçlarını kaybetmekle. Bunun dışındaki her şey az ya da çok iyi. Umuyorum ki daha iyi olacağız, daha sert olacağız ve daha çok maç kazanacağız.     

Bu aile ortamını, Oktay Mahmuti’nin basketbol felsefesini, şehri, taraftarı, kültürü sevebildin mi, alışabildin mi? Kariyerinin diğer dönemlerinde olduğu gibi uzun yıllar Galatasaray’da kalacak mısın?
Takım, antrenör ve yöneticiler beni bütün içtenlikleriyle kabul ettiler. Çok yardımcı oldular, ilk ayımda bütün her şeyimi sıraya koymamda. Takım arkadaşlarım beni çok iyi karşıladı. Bugüne kadar burada, Galatasaray’da yaşadıklarımı çok sevdim. İstanbul büyük bir şehir, bilgi sahibi olmak adına gezme şansı bulamadım daha. Sezon boyunca umuyorum ki İstanbul’u daha iyi öğrenirim.

Nerelere gittin? Nasıl vakit geçirdin?
İlk ay çok yoğundu, özellikle deplasman maçları sebebiyle seyahatlerde geçti. Son zamanlarda bazı restoranlara gitme fırsatım oldu. Şehrin görülecek yerlerini gezemedim daha, boğaz, tarihi yerler, camiler gibi. 

Zeljko Obradovic, Dusko Ivanovic ve Xavi Pascual ile çalıştın. Şimdi de Oktay Mahmuti. Çok kariyerli isimler her biri. Takım seçiminde antrenörün etkisi ne kadar? Galatasaray konusunda nasıl şekillendi düşüncelerin?
Galatasaray’la görüşmeler başladığında ilk olarak takımın antrenörünün kim olduğunu öğrenmek ve Oktay Mahmuti’yle, onun takım hakkındaki düşünceleri, takımın nasıl oynayacağı hakkındaki görüşleri hususunda konuşmak istedim. Galatasaray’a gelme kararını almamda en önemli sebep buydu. Çünkü Oktay Mahmuti harika bir antrenör, büyük takımlarda büyük tecrübeleri var, Anadolu Efes’teki başarıları ortada.  

2004–2005 sezonu PAO – Efes eşleşmesi, rakip antrenör Oktay Mahmuti. 26, 20 ve 22 sayı atıp takımını Final Four’a taşımıştı. Neler anımsıyorsun o seriden?
Seriyi hatırlıyorum, harikaydı. Atina’da OAKA’da 18.000 kişi önünde ve Abdi İpekçi’de 12.000’den fazla kişi önünde oynadık, çılgıncaydı. Ayrıca bu turdaki oyun kalitesi de olağanüstüydü.

Bu eşleşme esnasında ve Atina’da oynarken Yunanlılar Türkiye’ye dair neler anlattılar sana?

Özel bir şey yoktu. Basketbol dışında herhangi bir şey konuşmadık. Çünkü Panathinaikos’ta benimle birlikte oynayan, en iyi Türk oyunculardan biri de vardı, İbrahim Kutluay. Yunan halkı onu çok sevdi. Bir sorun çıkmadı, tarihe dayanan meselelerden ötürü. Biz basketbol ile meşguldük.

Xavi Pascual, Dusko Ivanovic'in yardımcı antrenörüydü, daha sonra göreve geldi Barça'da. Bu tercihin doğru olduğunu öngörmüş müydün o zaman? 39 yaşındaki Xavi Pascual'in 2008–2011 arası çalıştırdığı Regal Barcelona, bu süre zarfında 1 Euroleague, 2 İspanya Ligi, 2 Kral Kupası ve 3 İspanya Süper Kupası kazanma başarısı gösterdi. Kaybedilen tek lig şampiyonluğu da Dusko Ivanovic'in çalıştırdığı Caja Laboral karşısında oldu...
Dusko Ivanovic Barça’da büyük iş başardı ama maalesef yöneticiler Ivanovic’le çalışmak istemeyip Pascual’i baş antrenör yaptı. Elbette şu an alınan sonuçlar bu kararın iyi bir karar ve Xavi Pascual de Euroleague’in en iyi antrenörlerinden biri olduğunu gösteriyor. Oynarken çok fazla ilerisini düşünmüyorsunuz. Sonraki yıllarda Barça yönetimi çok iyi bir takım kurdu. Bu takımla birlikte olan çok önemli biri daha var, genel menajer, bu takımı kuran isim aynı zamanda, Joan Creus “Chichi” eski bir Barça oyuncusu, Katalan. Bu başarının ana parçası. Pascual’in baş antrenör olmasından bir sene sonra göreve başladı ve takımı Pascual ile birlikte inşa etti. 

Pascual'in göreve gelmesinde Katalan olmasının, o kültürü bilmesinin, altyapıda görevde bulunmasının ne derece etkisi var? Bu iyi bir model mi diğer kulüpler için?
Hiçbir zaman bilemezsiniz. Pek çok yabancı antrenör farklı takımlarda büyük başarılar yaşadı. Örnek verecek olursam, CSKA’da Etttore Messina, Panathinaikos’ta Zeljko Obradovic. Barça’nın bir siyasi geçmişi var. Kulüpte, takımda pek çok Katalan oluyor, antrenörler, oyuncular. Bu kulüp Katalunya’nın bir yansıması. Bu temsiliyet onlar için çok önemli. Pascual bir Katalan, baş antrenör oldu, Guardiola bir Katalan, futbol takımının antrenörü oldu. Bu Barça modeli ve onlar bu işin siyasi boyutuna da önem veriyorlar. Bir şey eklemeliyim yine de; Eğer Xavi Pascual iyi bir antrenör olmasaydı, Katalan olup olmamasının bir önemi kalmayacaktı. Tercihlerde en önemli şey iyi olup olmadığınızdır. Victor Sada, Ricky Rubio, futbolda Oleguer, belki de Katalan oldukları için de takımda daha çok tutuldular ancak ayrıca iyi de oyunculardı.

Rekabet damarı biraz da. Barça vs Madrid, Pao vs Olympiakos ve şimdi de Gala vs Fener rekabeti. Bambaşka duygularla oynanan üç maç, politik, sosyolojik, psikolojik yönleri ağır basan. Nasıl baş ediyorsun? Karakter meselesi mi, alışkanlık mı?
Derbiler diğer bütün maçlardan farklıdır. Kazanan iki puan alıyor istatistiksel olarak ancak bu tür maçlar oyunculara duygu ve heyecan yüklüyor. Bu üç rekabetten politik detayları en fazla olan Barça-Madrid maçı. Bütün Katalan halkı bunu Katalunya’nın İspanya’ya karşı mücadelesi olarak görüyor. Barça Katalunya’yı temsil ediyor ve onlar bağımsızlık istiyorlar. Real Madrid ise Krallık “Royal” ailesini, başkenti, kralı temsil ediyor. En tutkulu olansa bence Galatasaray-Fenerbahçe arasında olacak ki Panathinaikos-Olympiakos maçı da tecrübe ettiğim üzere aynı seviyede diyebilirim. 

PAO serisine gelelim. 2009'da Barça'yı Fınal Four'da durduran Messina'nın CSKA Moskova takımıydı. 2011'de de Zeljko Obradovic’in PAO’su çıktı karşısına Katalanların. Üç senede üç şampiyonluk olabilirdi, ligde ve Euroleague'de. Sandro Rosell'in futbol ve basketbolda aynı sezon Avrupa şampiyonluğu hayali de vardı. Xavi Pascual, Ettore Messina’ya karşı 11-3 önde ve aralarındaki Barça-Madrid eşleşmesi de 10-1 şeklinde. Genel anlamda üstünlük kurup en kritik noktada kaybetmek tecrübeyle mi ilintili?
O yıllarda, öncelikle 2009’da bence Berlin’deki Final Four’da CSKA’ya kaybetmiştik. Tecrübeyle ilgiliydi. Yeni bir takımdık. Xavi Pascual’in ilk senesiydi. Çok iyi ve net hatırlıyorum, biz gerçekten antrenör ve takım istenen reaksiyonu gösteremedik. Çok fazla baskı vardı, bu tür maçlar oynamak için tecrübeye çok ihtiyacınız var. 2011’de Panathinaikos karşısında ise kaybetmek tecrübeyle ilgili değildi. Şunu kabul etmeliyiz ki Zeljko Obradovic çok başarılı taktiksel hamleler yaptı bize karşı ve seriyi kazandı.

Serinin en kritik ismiydin. Navarro'ya gelen ikili sıkıştırmalar onu etkisiz hale getirince daha çok süre aldın ve ön plana çıktın. Kaçırdığın bir son saniye üçlüğü var Palau Blaugrana'da? Diamantidis'e yoğunlaşıp Sato'yu ve pota altında Batiste'yi durduramamıştınız...
Seri kesinlikle taktiksel hamlelerle Panathinaikos’a gitti, kaliteden dolayı değil. Barça daha iyi bir takıma sahipti ve o maç iyi de oynamıştı ama sonunda Obradovic kusursuz setler çizdi. Üst üste dört maç alan savunması uyguladı, eşleşme problemlerinden yararlandı ve biz bunları nasıl cezalandıracağımızı bilemedik. Anahtar buydu. 

55 verimlilik puanı, gerçekten imkansız gibi gözüküyor şu an. Üstelik de Real Madrid’e karşı, Novo Mesta formasıyla. (38 sayı, 4 ribaund, 7 asist) nasıl başardın? Ritm? Abdi İpekçi’de bir gün, biz de oradayken böyle bir performans koyarsan taraftar çıldırır sanırım...
Çok iyi hatırlıyorum bu günü. Bu maç Jaka Lakovic ismini Avrupa haritasına yazdırdığım maç idi. Maçtan bir gün önce takımla Madrid’e doğru hareket edecektik. O zaman Real Madrid’de Sasa Djordjevic, Raul Lopez oynuyordu, mükemmel bir takımdı. Ljubljana havaalanında, uçuştan önce bir televizyon kanalı benimle röportaj yaptı ve rakibi sordu. Ben de "çok iyi bir takım, zor bir maç olacak" dedim. Daha sonra, "gençlik kahramanın Djordjevic’e karşı oynayacaksın, nasıl bir beklenti içindesin" sorusu geldi. Gençtim, aklım bir karış havadaydı, cevap olarak, "Sasa çok yaşlandı, ağır" dedim. Madrid’e indiğimizde babam telefon etti ve "Sen kafayı mı yedin, televizyonda ne konuştuğunu gördüm. Yarın göreceksin, size 30 sayı atınca" dedi. Korktum açıkçası. Maç normal başladı ama sıcaktım ve sonunda muhteşem bir maç çıkardım Real Madrid’e ve Djordjevic’e karşı. Maçı da kazandık. Maçtan sonra tokalaştık Sasa’yla. Ben Panathinaikos’ta iken Djordjevic’in emekliye ayrılacağı bir jübile maçı vardı Belgrad’da. (2005) Bir takım eski Partizan oyuncularından oluşuyordu, diğer tarafta da Avrupalı yıldızlar vardı ve o beni böyle bir maçta oynamaya davet etti. Maça gittim, kenarda yanımda Radja, Kukoç, Antonello Riva oturuyordu. "Beni niye çağırdın" diye sorduğumda, "sen hak ettin" dedi, o maçı kastederek.

Her sene en az bir kupa alan bir takımın parçası olmak, şampiyonluklar tatmak, artık rutin gördüğün bir şey mi, heyecanını nasıl koruyorsun? NBA’de tek yüzük için olağanüstü fedakârlıklar yapan efsane oyuncular izledik.
Cevap çok basit aslında. Birinci ve ikinci sırada sıkı çalışma var. Sonra iyi bir yaşantı. Dışarıdan güzel gözüken, arkadaşlarınızla kahve içmeye çıkmak, bir partiye gitmek gibi konularda fedakarlıklar yapmanız gerekiyor. Üstelik de Barcelona, Atina ve İstanbul gibi şehirlerde. Fiziksel olarak hazır kalmalısınız her an ve sezon başında koyulan hedeflere ulaşmak için. Sadece benimle de ilgili değil bu kazanma meselesi. İyi bir takım, antrenör, atmosferle de bağlantılı.

Lakovic topu sağa vurduğunda skorboarda sayı işlenir gibi bir kural var, ne dersin?
Bu doğru. Sağıma gidiyorsan şut atmam kolaylaşıyor çünkü solağım. Soluma gidiyorsam şut pozisyonundan önce ayrıca ekstra bir hareket yapmam gerekir. Benim için sağa gitmek daha rahatlatıcı.

Elinin titrememe sebebi ne, özellikle serbest atışlarda, bunun bir sırrı var mı, çalışmak yeterli mi, topu tutma tekniği, bilekten çıkarma şekli, şut mekaniği?
Hepsi bir arada. Her atış yeni bir atıştır. Bir öncekini kaçırdığınızda aklınız onda kalırsa yine kaçırırsınız, bu yüzden hep yeniyi düşünmelisiniz. Ve elbette en önemlisi konsantrasyon. Serbest atış esnasında her zaman yalnızsın, her seferinde sayıya aynı uzaklıktasın ama farkı ortaya çıkaran konsantrasyon olur. Taraftarın bağırması veya sessizlik yaratması seni etkilememeli. Ben sadece pozisyonumu, nefes alışımı ve konsantrasyonumu yükseltmeyi düşünüyorum. Ayrıca Atina’daki derbilerde tecrübe de önemli. Serbest atış anında paralar, yabancı cisimler havada uçuşuyor, o yüzden çok daha yüksek bir konsantrasyon gerekiyor. 

Kültürlerden konuşalım, Slovensin, Barcelona ve Atina'da bulundun, şimdi de İstanbul. Üçünün ortak yönü Akdeniz ülkelerinin şehirleri olmaları, deniz maviliğini her an görme şansı. Onun dışında neler benziyor, neler ayrışıyor?
Farklılıklar var ama genelde Akdeniz iklimini çok seviyorum. Kültürler de çeşitlilik gösteriyor. Katalunya’da insanlar daha tutucu ancak sizi sevdiklerinde aralarına alıyorlar ve onlardan biri gibi oluyorsunuz. Bence Türk ve Yunan kültürleri çok benzer. Atina’da kendimi harika hissediyordum, burada da aynı duyguyu yaşıyorum.

Barcelona’yı farklı kılan tam olarak ne? Futbol takımlarını da hayranlıkla izliyoruz. Bir gelenekleri var, altyapıdan oyuncu yetiştiriyorlar. Şehir büyüleyici. Gaudi’nin eserleri La Sagrada Familia, Park Güell, Casa Mila gibi estetik sınırların zorlandığı mimari yapılar. Miro, Dali gibi sürrealizm öncüleri orada yaşadı, Picasso müzesi bulunuyor. Kültürle sanatın iç içe olduğu bir yaşam. Atina ve İstanbul daha ayrı, kozmopolit, çok kültürlü bir hava taşıyor. Katalan kimliği ve aidiyet duygusu ne derece etkili bunda?

Barcelona gerçekten çok kültürel bir şehir, sanatçıları var, Gaudi, Miro, Dali gibi. Bütün şehir değerli binalarla dolu. Müzelerde resimleri görebiliyorsunuz. Barcelona’da hem Katalan kültürü, hem de kozmopolit yapı var. İstanbul ve Atina, tarihi şehirler. Üç şehirde de kendinizden bir şeyler bulabilirsiniz.

Yemeklerden de bahsedelim...
İstanbul ve Atina yemekleri birbirine yakın. Pek çok et çeşidi, ızgara, biftek, balık, sebze yemekleri gözünüze çarpıyor. Barcelona’da da bunları bulabilirsiniz ve özel olarak jamon (jambon türü) var, Katalunya’ya has yiyecekler de var ama Türk yemeklerini çok sevdim ve tercih ederim.

Basketbol dışında ilgilendiğin, yapmaktan veya izlemekten keyif aldığın bir spor var mı? Kadın basketbol, Diana Taurasi? Teke tek oynasanız kim kazanır?
Ben kazanırım, kolay olur. (Gülüyor) Her türlü sporu seviyorum. Futbolu ve Amerikan futbolunu takip etmeyi seviyorum. Desteklediğim takım Oakland Raiders, bu sene playofflara gidiyoruz. Kadın takımımızı da izliyorum. İspanyol kız arkadaşım da basketbolcu, bana sürekli Galatasaray nasıl oynuyor, oyuncularla tanıştın mı, Alba Torrens ile şeklinde sorular yöneltiyor. 

Takımda en iyi kiminle anlaşıyorsun? Saha içi ve dışı? Eski takımlarından? Lorbek ile sanırım sık sık görüşüyorsun, Katalanlar?
Bu takımda en iyi arkadaşım kim, seçemedim. Hepimiz hem sahada hem saha dışında birbirimizi çok iyi anlıyoruz. En çok zamanı Luksa Andric ile geçiriyorum, aynı dili konuşuyoruz. Bütün ekibin iletişimi gerçekten iyi. Eski takımlarımdan pek çok isimle görüşüyorum, Barça’nın kondisyoneri, Kosta Perovic, Lorbek, Joe Ingles, Navarro. Geçirdiğim beş senede biz sadece takım arkadaşı değildik, iyi de arkadaş olduk. 

Senin gözünde son 20 yılın en iyi Euroleague oyuncusu? Bodiroga, Jasikevicius, Navarro?
Çok fazla oyuncu var, birini seçmem gerekirse Bodiroga derim.

NBA niçin olmadı, sen mi istemedin?
2006’da Barcelona’yla imzalamadan önce, Japonya’daki Dünya Şampiyonası esnasında, iki NBA takımından teklif vardı masamda, Detroit Pistons ve Golden State Warriors. Ben Avrupa’da büyük takımlardan birinin lideri olmak istedim, bunu tercih ettim. NBA’e gitsem ne olacağı belirsizdi, takımın bir parçası olabilecek miyim, bilmiyordum. Belki hiç oynamayacak, belki 5 dakika süre alacaktım. Böyle bir olasılığa öncelik tanıyamazdım.

Hedefine ulaştın Avrupa’da ama hiç NBA’e gitmedim diye pişmanlığın oldu mu çünkü Pistons 2003–2008 arasında büyük bir etki yarattı Amerika’da. 6 yıl üst üste konferans finallerine kaldılar, 2004’te şampiyon oldular, Bad Boys Bölüm 2 gibiydiler...
Çok iyi bir takımdı, antrenör Flip Saunders idi ben konuştuğumda, genel menajer Joe Dumars. Her şey hazırdı. O kararı almadım çünkü NBA’e gittim demek için bu kararı veremezdim. İbrahim Kutluay’a da aynı şey oldu. Navarro daha iyiydi ama dönmek istedi.

Takımın yapısını da göz önüne alarak NBA’den bir oyuncu getirme şansın olsa kimi isterdin?

Zor soru, Dragic gitti. Dirk Nowitzki derim.

Jordan mı, Kobe mi? Kobe mi, Lebron mu? Lakers mı, Celtics hanedanlığı mı?
Jordan, tüm zamanlarda. 80’lerde Lakers, Magic Johnson ve show-time basketbol. Şu an dersen Celtics. Diğer sorunun cevabı da Kobe.


(Röportaj: Ahmet Eren LOĞOĞLU | Galatasaray Dergisi, Aralık 2011)

Webaslan mobil uygulamasıyla spor haberlerine herkesten önce ulaşmak için tıklayın
Puan Durumu Fikstür
Bizi Takip Edin :
Webaslan Google+ Webaslan Facebook Page Webaslan RSS Webaslan iPad Webaslan Mobil
En çok okunan haberler