Güle güle büyük usta
Türk Sineması ve Tiyatrosunun usta ismi, 4565 sicil numaralı Kulüp ve Divan üyemiz Erol Günaydın'ı sonsuza uğurladık
Kızı Günfer, Günaydın'ın şapkasını, Derya Baykal da Günaydın'ın kendisine hediye ettiği ''meddah kavukiyesi''ni tabutun üzerine koydu. Galatasaray bayrağının konulduğu tabutun önünde Günaydın'ın bir fotoğrafı yer aldı.
Törene katılanlar, sahnede Günaydın'ın tabutunun önünden geçerek, saygı geçişinde bulundu. Günaydın'ın cenazesi daha sonra Ses Tiyatrosu'ndan alkışlar eşliğinde çıkarılarak, Teşvikiye Camisi'ne götürüldü.
Sarı-kırmızılı bir ustamızı daha kaybetmenin üzüntüsünü yaşıyoruz...
Galatasaray Dergisi'nin 25. sayısında yer alan Erol Günaydın röportajını, Günaydın'ın saygıdeğer hatırasına hürmetle bir defa daha sizlerle paylaşıyoruz...
İstanbul, Teşvikiye'de, güzel bir apartmanın zemin katında oturuyor Erol Günaydın. Dairesinin salonu, diğer apartmanların arasında kalmış sevimli bir bahçeye açılıyor. Kedisi ve köpeği, erik, manolya ağaçlarının şenlendirdiği bahçede koşturup duruyor. Bahçeye bakan daireden sonuncusunu da kuzenine aldırmış. "Artık bahçe benim" diyor, "bu bahçeyi bu hale ben getirdim, çiçeklerinden karo taşlarına kadar herbiriyle tek tek uğraştım." Komşularından biri, ‘‘Erol Günaydın burayı garaj yapacak’’ diye bir laf çıkarmış. Oysa o, hayatı boyunca sahip olduğu bir tanecik evinin bahçesine, yine hayatı boyunca kullandığı kaplumbağasını sokup da keyfini kaçıracak biri gibi görünmüyor. Tek isteği, bahçeye kurduğu şen sofralarına dostlarını davet etmek, saatler süren sohbetlere ev sahipliği yapmak…
Erol Günaydın, 20 yaşlarında genç bir tiyatrocuyken çok güzel yaşlı taklidi yaparmış. Böyle yüzünü buruştura buruştura, öksüre tıksıra. Şimdi o taklidini yaptığı hayali kahramanlar kadar. Tam 71 yaşında. Hayatını; Karadeniz'in Akçaabat'ında geçen gerçeküstü çocukluğunu, Galatasaray Lisesi'ndeki öğrenciliğini, tiyatroya verdiği ve yine tiyatro ile beslediği uzun yıllarını anlatırken, arada bir durup şöyle diyor: ‘‘Ben ne çok eğlenmişim ya. Ne güzel bir hayat geçirmişim.’’
Günaydın, hayata bakışını belirleyen esas unsurun Galatasaray Lisesi'ndeki birbirinden değerli Fransız hocaları olduğunu düşünüyor. Ama memleketi Akçaabat'ta ‘‘Kizirin Delileri’’ diye anılan ailesinden aldığı iyimserlik geleneği de hala canlı duruyor: ‘‘Çocukluğumu çok romantik hatırlıyorum. Kuzularımı otlatırdım, derelere girer çıkardım. Sanki birilerine aşıktım. Öyle bir ruh hali vardı üzerimde.’’
“Halam, Amca Olmuştu”
Kiziroğulları lakaplı ailesinden unutamadığı figürler halaları: ‘‘Beş altı tane halam vardı. Çok modern giyinirlerdi. Dudaklarında kırmızı boyalar, başlarında şapkalar olurdu. O zamanda olacak iş değil. Ama kimse bulaşamazdı onlara. Hele bir Saadet Halam vardı. Yaşlandığında herkes ona Saadet Amca demeye başladı. Çünkü kahveye gider, erkeklerle oturur, küfürlü konuşurdu. Velhasıl bizim sülale Akçaabat'ı çok eğlendirirdi.’’ Nakliye işiyle uğraşan babası deli lakabından çok sıkılıp da çocukların eğitimini bahane ederek, hepsini bir kamyonla İstanbul'a getirdiğinde Erol Günaydın 8 yaşındadır. Beşiktaş'ta Alaybey Sokağı'na yerleşirler. Erol'un ilkokul yılları, Karadeniz şivesini düzeltmekle geçer. Sonra bir ahbaplarının tavsiyesi ile Galatasaray Lisesi'ne yatılı öğrenci olarak girer: ‘‘Her çocuk sevmez yatılı okulu. Ben nasıl sevdim anlatamam. Sanki ailemin baskısı kalktı üzerimden. Ondan sonra da ailemle bağlarım zayıfladı zaten. Galatasaray camiası ailem gibi oldu.’’
Çetin Emeç, Mümtaz Zeytinoğlu, Tanju Bileda gibi isimlerin olduğu bir sınıfın öğrencisidir Erol Günaydın. Önce hocaları hicvettiği küçük gösterileri ile sınıflar arasında turneye çıkar, sonra okulun tiyatro kulübüne girer. Tiyatro başlayınca dersleri bozulur: ‘‘Bir felsefe hocamız vardı. Tam bir aktördü. Bir gün sınıfta uyuyakalmışım. Gözlerimi açtığımda hoca etrafımda dolaşıyor, herkes bana bakıyordu. Belki on dakika hiç konuşmadan etrafımda döndükten sonra şöyle dedi: ‘İşte gerçek bir filozof var burada. Her gün uyur, her zaman düşünür!' Onlar bana çok yol verdiler. Özgürce yetişmemde, sanatı ve hayatı sevmeme büyük katkıları oldu.’’
Erol Günaydın, hayatı geldiği gibi yaşadığından, kaçırdığı fırsatlara yanmak yerine, onları hoş anılar olarak hatırlıyor: ‘‘Ergun Köknar'la Fransa'ya gittik devlet bursuyla. Ben orada kulislere girdim, çıktım. Tiyatro adamlarıyla çalıştım. ‘Burada kal, sana iş verelim' dediler. Ergun bunu duyunca, beni korkuttu. ‘Sen vatan haini misin, bizi buraya Türk Devleti gönderdi' dedi. Geri döndük. Bu sefer de Muhsin Ertuğrul, ‘‘niye döndün, keşke kalsaydın' demez mi!’’ Fransa'da tiyatro kariyeri yapamaz, ama oradan getirip tercüme ettiği oyunları burada sergileme fırsatı bulur. Günaydın, 37 senedir evli olduğu Güneş Hanım'la Kenterler'le İzmir'e yaptığı bir turne sırasında tanışır: ‘‘Şapka Ertekin'in İzmir'de bir kafesi vardı. Oraya takılırdım. Güneş de oranın dekorunu yapıyordu. Tanıştık, Yıldız, Müşfik hep beraber istemeye gittik.’’ Erol Günaydın üç kız babası: Ayşe, Fatoş ve Günfer. Ayşe ve Fatoş yurt dışında yaşıyor. Günfer, ailesinin yanında, seramik okuyor. Erol Günaydın'ı, genç kuşak televizyon dizilerinde canlandırdığı tiplemelerden tanıyor. Yaşı ‘‘nerede o eski çizgi filmler’’ diyecek kadar ilerleyenler, onun Ayı Yogi dublajıyla da hatırlıyor: Ama Galatasaraylı Erol Günaydın’ı tanımak isteyenler için, ilerleyen sayfaları okumaya davet ediyoruz…
Galatasaray’ı nasıl tanımlarsınız?
Bunu bir örnekle anlatayım. Pilavlarda iki insanı görürdüm yan yana. Biri Sakallı Celal, biri de "Doktor Çak". Doktor Çak Adalıydı, selam verirken "çak doktor" diye selam verirdik. Bembeyaz elbiseler giymiş, ön cebinde küçük bir saksı çiçek içinde taşırdı. Sakallı Celal’i ise, siz de yazmışsınız, çok hoşuma gitti, elinde bir tahta çanta, iplerle bağlı, sakallar aşağı kadar, ayağında postallar, üstünde bir hantal bir ceket. İşte iki ayrı sima ama aynı bahçede! Galatasaray, buydu aslında. Sonra daha iyi anladım.
Oysa Galatasaray’ın aristokrat, burnu havada bir camia olduğu söylenir...
Hayatta değil! O kadar güzeldi ki, o devirde Anadolu’nun her köşesinden bir talebe gelirdi Galatasaray’a. Galatasaray bir ortaoyunu gibiydi. Ortaoyununda tipler vardır, Laz vardır, Doğulu vardır, Trakyalı vardır. Kaynaşırlar, orada dilleri düzelir. Fransızca hocalarıyla beraber bir başka insan olarak çıkarlar Galatasaray’dan. Hepsi memur çocuklarıydı. Tek tük vardı zenginler Galatasaray’da.
Tiyatroya okuldayken başlamışsınız…
Evet, Galatasaray’da öğrenciyken taklit yapardım. Sanatçılığım güldürerek başladı. Bir coğrafyacı vardı, Selahattin Bey. Onun taklidini yapıyordum. Şeşbeş Selahattin, şaşıydı gözleri. Sana bakar öbürüne söylerdi filan böyle. Öyle meşhur olduk orada. 12. sınıflara kadar gider taklitler yapardım. Küçük çocuklarda 25’er kuruşa filan, 5’er kuruşa taklitler yapar para kazanırdık. Yani turneye çıkardım sınıf sınıf mektepte. Lisede meşhurdum. Sahneye çıktığımda büyük alkışlar alırdım. Galatasaray monoloğu yazdım, "bu hayat fani/ çaka çaka bitirsek ne olur yani" diye çocukları çok eğlendirirdim. Orada mezun olanlara öyle bir moral verdim ki.
Sonra tiyatro mesleğiniz oldu…
Evet, okul bittikten sonra Dormen Tiyatrosu’na başladım. Ardından Devlet Tiyatrosu’na geçtim. Bir yıl Ankara Devlet Tiyatrosu’nda çalıştıktan sonra Dormen profesyonel olunca tekrar geri geldim. Küçük Sahne ile beraber devam ettim. Sonra Ses Tiyatrosu’na geçtim. Ondan sonra Türkiye’de ne kadar tiyatro varsa hepsinde oynadım. Uzun bir dönemdir, yaklaşık 10 senedir Ferhan Şensoy ile beraber devam ediyorum.
O dönemin okul ortamını anlatır mısınız?
Çok kaliteliydi öğrenciler; çünkü Fransızca hocalarımız çok kaliteliydi. Çok üstün insanlar geliyordu Fransa’dan bize. Şimdikiler tanımazlar onu ancak benim arkadaşlarım bilirler. Kaliteli ve çok kibardılar. Bir kibarlık vardı. Bir saygınlık vardı. O Galatasaray’da da bir espri ruhu vardı. Biz adam işletirdik. Sporda bile böyle. 5000 kişi Karıncaezmez’in etrafında toplanırdı. O açık tribünde, kapalı tribünde bayrağını açar durur. Bütün stat Fenerlidir veya Beşiktaşlıdır. Ama biz 5000 kişi çok şık tezahürat yaparak esprilerle herkesi susturur, idare eder, hatta işletirdik bile yani.
Nasıl yani?
Bir kere Fenerbahçe, ancak Galatasaray Ankara’daki maçında puan kaybederse şampiyon olacaktı. Meşhur maç. Galatasaray mağlup diye bir ses çıktı. Fenerliler kıyamet kopardı, yıkıldı ortalık. Oysa Galatasaray 5-0 mı 6-0 mı ne almıştı Ankara’da. Galatasaray’ın zekası buydu. Fenerbahçe ile maç yaparken güle eğlene maç yapar, güldürerek eğlendirerek dalgasını geçe geçe yenerdik Fener’i. Şimdi öyle bir sinirleniyorlar elleri ayakları dolanıyor ben hayret ediyorum.
Sizin futbol takımıyla bir dönem epey içiçe olduğunuzu biliyoruz…
O zaman sadece ben değil ki, bütün üyeler takımla beraberdi. Hepsini tanırdık. Baba Gündüz takımı kampa aldığı zaman tiyatroya getirirdi. Galatasaraylılar gelir otururlar biz de Altan Erbulak’la oynardık onlara. Metin Oktay sürekli gelirdi, sonra çok yakın dost olduk. Meğerse bizim tiyatrodan Ayfer Feray’a aşık olmuş, onun için gelirmiş. Bize "perde arası" demez de "halftaymda buluşuruz" derdi. Beraber top oynadık onla. Metin’e derdik ki: "Penaltıyı atarken nasıl atıyorsun?" "Ben" derdi "penaltı atacağım zaman kalecinin gözünün bebeğine nişan alırım. Bir çakarım o sağa ya da sola muhakkak atlayacaktır. Top içeridedir. Atlamasa zaten kafası ile beraber girer."
Maçlara nasıl giderdiniz?
Bize okulda maç bileti dağıtırlardı. Biz o biletlerle Kapalı Tribün’e giderdik. Hepimizi üye yapmışlardı Galatasaray’a. Karıncazmez’in bayrağını açtığı yere gider, destekler, maçtan sonra okula gelirdik. Ne kavga, ne döner bıçağı böyle şeyler görmedik yani. Kimsenin aklına bile gelmezdi herhalde öyle şeyler.
Liseden bir dönem çok sanatçı çıkıyordu…
Zaten bizim Galatasaray Temsil Kurulu çok güzel bir koldu. Beni bir gün Temsil Kolu’na çağırdılar, destek vermem için. Bir tiyatro oyunu yarışması düzenlemelerini önerdim. Tevfik Fikret’i yazdılar, oyunlaştırdılar. O kadar güzeldi ki. Galatasaray çok ileride, hamleler yapan bir kurumken niye şimdi bu kadar durgunluk yaşıyor bilemiyorum. Sanatta, şarkıda, müzikte.. Ferhan’lar, Timurlar, Mançolar yetişmiş buralardan. Şimdi Galatasaray’dan ses seda çıkmıyor, ben buna bozuluyorum ve anlamıyorum.
Peki sizce neden?
Maarif’in parmağı var bir kere, sistemi bozdu çünkü. Bu okula kurayla öğrenci almak işi bozdu. Çünkü çocuk deli gibi çalışıp giriyor ama girdikten sonra okuyamıyor, yürüyemiyor, yürütemiyor. Galatasaray belki ağır geliyor ona. Kurayla çıkmış bir takım adamlar yani. İnsan kalitesi de bozuldu. Bizim neslimiz bilinçliydi, sosyaldi, hatta asiydi de...
Nasıl yani?
Mesela ayaklanmanın bile ilkini Galatasaray yaptı. İlk ayaklanma Tevfik Fikret dönemindeydi. İkinci ayaklanmayı da, eski müdür Behçet Bey öldüğü zaman biz yaptık. Cenazeyi içeri sokmadılar, o zaman Rahmetli Ercüment Ekrem çıktı, "Behçet’e bu kapılar kapanamaz; kırın" dedi. Önde Sap Mahmut, kapılar kırıldı. Cenazeyi okula soktuk. Ama 300 kişi kovulduk o başka!
“Talep Etmek Paylaşarak Olur!”
Erol Günaydın’ın bahçesinden arkadaşları hiçbir zaman eksik olmuyor. Biz söyleşi için onu ziyaret ettiğimizde de arkadaşları yanındaydı. Okurlarımıza daha önce tanıttığımız, Galatasaray’ın renkli simalarından Özer Berkay ve Kalamış projesinin mimarı Mutlu Çilingiroğlu, Günaydın’la yaptığımız sohbete katılmadan edemediler. Konu Galatasaray olunca, herkesin söyleyecek bir sözü vardı. Farklı yaklaşımları ile Galatasaray gündeminin sıcak konularına hep birlikte değindik ve aşağıdaki sıcak sohbet çıktı.
Erol Günaydın: Galatasaray basketbolda, voleybolda, yüzmede, kürekte, futbolda ve bütün branşlarda birinci olur. Niye? Çünkü forma aşkı vardır. İşte bu kadar ilerde bir kimliğe sahip Galatasaray nasıl böyle geriliyor, şaşıp kalıyorum bu işe. Sporda bu kadar ileri gitmişken n'oldu da bu duruma geldik?
Erol Ağabey, sizin yorumunuzu alarak başlayalım...
Erol Günaydın: Eskiden kulüpten bir heyet gelir Galatasaray’da sınıflar arası maçlar yapılırdı. Ortalar ayrı maç yapar, liseliler ayrı. Orta şampiyonu çıkar, lise şampiyonu çıkar ikisi karşılaşırlar ve bir Galatasaray Mektep Şampiyonu çıkar aralarında. Bunu da Kulüpten gelip Baba Gündüz, Rehalar, Bülent Ekenler takip ederler, oradan oyuncular seçerlerdi. Torik Necmi, Turgay, Coşkun, İsfendiyar, Fazıl buradan geldiler, okuldan Kulübe giderlerdi. Yani tabii hem kalite var hem Galatasaray zekası var adamda. Top oynarken aklı ile oynar Galatasaraylı. Bizim diğerlerinden farkımız budur.
Profesyonelleşme ve rekabet, bu kaçınılmaz değişime yol açmış olamaz mı?
Erol Günaydın: Olabilir ama bunun ortası yok mudur? Çok üzülüyorum tabii. Çünkü o dönemler Galatasaraylılar çok başka ruh taşırdı. Formayı severdi. Böyle laf olsun diye değil. Şimdi parayı seviyorlar tabii. Öyle büyük paralar alıyorlar ki. Mesela jübile maçında yuhaladılar Okan’ı. Para için gitti öbür tarafa. Forma aşkı olsaydı daha ucuza gelirdi.
Özer Berkay: Attila Yelkencioğlu anlattı geçenlerde. Okulda çakı gibi sağ bek oynarken Rahmetli Musti Hoca, kulüp takımına almıştı. "Bir gün İzmir’e gittik Altay ile maç yaptık. Çok başarılı oldum" diyor. ‘‘Musti Hoca geldi, elinde bir zarf. Açtım, içinden 50 Lira para çıktı. 'Hocam bu ne' dedim. 'İşte masraflarına karşılık evladım kusura bakma’ falan... ‘Hocam ben Galatasaraylıyım buraya Galatasaray için geldim, sen ne yapıyorsun parayı al hocam’ deyip almadım parayı’’ diyor. İşte böyle bir nesilden geldiğimiz için bugün bu soytarılıklar bize ters geliyor… Yani o kadar mutsuzuz ki hiç Galatasaray’ın başarısının tadını alamıyoruz. Çünkü a’dan z’ye her şey bizim neslimize ters.
Erol Günaydın: Bizim başkanımız da bu çağa ayak uyduramıyor galiba. Ondan bu hale geliyoruz yani. Mesela Ada’yı hepimiz konuşuyoruz bugünlerde. Ben Galatasaray Adası’na 10 defa ya gittim ya gitmedim. Nostaljik bir yanı vardır Ada’nın. Çok güzel günlerimiz geçti orada. Anılarımız var. İşte bu yüzden "Buz Ada" dediği zaman insan sinirleniyor. Yastık koltuk şu kadar, kanepe bu kadar, içeri giriş şu kadar... Ne Buz Ada'sı! Gitmem tabii bir daha da! Fenerbahçe burnuna Galatasaray’ın en yüksek bayrağını astık, Rahmetli Berç o direği dikmişti oraya, şimdi o yok. Çok üzülüyorum.
Çağa ayak uydurmak uyduramamak dediniz. Biraz bu konuyu tartışalım mı?
Erol Günaydın: Çağa ayak uydurmak lazım ama bunun için de üç kağıtçı olmak lazım. Bu çağ böyle bir çağ yani. Şimdi öyle insanlar gelecek ki, orasından çıkıp burasından girecek. Alıp bir şeyler getirip koyacak.
Mutlu Çilingiroğlu: Ben biraz farklı düşünüyorum Erol Ağabey. Yeni Kalamış Tesisleri projesini yapan mimar benim. Açık konuşalım. Galatasaraylı sanki her hakka sahipmiş gibi İstanbul’un en güzel yerinde çağdaş tesise sahip olacak ve de bir kuruş para vermeyecek, böyle bir şey yok artık. Bir şeyin ileriye gitmesi için hepimizin katılımı lazım bütçesine göre. Bakın örnek var. Bir işi başarıyoruz şimdi, Florya’daki Galatasaraylılar Yurdu’nun bitmesine az kaldı. Kaba yapısını bitirdik, şimdi çatısı kapanıyor. Galatasaraylının her ay yardımıyla o hale geldi. Şimdi bu örnek, hepimize örnek olmalı. Galatasaraylı olarak birazcık da talep eden değil, veren olmalıyız.
Ada'ya gittiniz mi?
Mutlu Çilingiroğlu: Ben mimar olarak baktım. Gayet güzel. İlk gittiğimde bodyguard bana "nereye" dedi. Kartım yoktu. Tamam, kontrol olsun ama güler yüzlü olsun. Rozetimi görünce bıraktılar. Ama bakın, bu daha önemli: Biz niye bu kalitede yer yapamıyoruz? Dökülüyorduk. Her yaz, bir ay kala tamir! Yani Galatasaray’ın düzgün, güzel, çağdaş yerlere sahip olması, yalnız bekleyerek olmaz. Kulüp nereden bulsun o parayı. Biz hep talep ediyoruz.
Özer Berkay: Mutlucuğum, biz mi bulacağız yani? Görev kulüp üyelerine mi düşüyor?
Mutlu Çilingiroğlu: Ben şunu söylüyorum. Sizin kuşak yaşadı. Parasızlık çektik mi? Çok çektik. Ya da babamızın parasızlığını düşünelim. Babada para yok, ama senin canın istiyor; onu istiyor, bunu istiyor. Evi terk mi ediyorduk ağabey? Gidiyorduk, biz de geceleri çalışıyorduk, belki babaya karşı. Galatasaray da bu durumda.
Özer Berkay: Mutlucuğum, biz olanları yok ettik diye üzülüyoruz. Yani şimdi Galatasaray Kalamış tesisi yapılırken para mı vardı? Yoktu; gönül birliği ve sevgi vardı. Adayı aldığımız zaman, işte biliniyor nasıl alındığını. Sevgiyle, gönül birliğiyle, bağıyla, birbirimize destekle... Aldığımızdan beri aynen gider.
Mutlu Çilingiroğlu: Ağabey tamam da 60 seneye yakın zaman geçti. Biz ne yaptık? 60 senede dünyanın şekli değişti ağabey…
Özer Berkay: Ne yapacaktık? Biz bir aileyiz. Lüks bir şey mi istedik? Ben orada çok mutluydum. O salaş halinden çok mutluyduk. Ben hiçbir zaman şikayet etmedim. Lüks istemedik ki biz.
Mutlu Çilingiroğlu: Ağabey ben de diyorum ki yine alalım ama düzgün alalım.
Özer Berkay: Elbette. Biz sosyal bir derneğiz. Sosyal dernekler hiçbir zaman kâr amacı gütmezler. Biz bunu unuttuk. Sosyal dernekler amatördür. Derneğin amacı bu. Üyeye hizmet etmek...
Mutlu Çilingiroğlu: Ama Özer Ağabey üyeler hep istediği müddetçe, hatta sadece yönetenlerden bu beklendiği müddetçe sonuçta geliyor 130-150 milyon dolarlık borca…
Özer Berkay: O yönetimin sorunu. Üyeler yapmıyor ki borcu… Yönetimler yapıyor…
Erol Günaydın: Bu durum Vakıf’a sirayet etmez inşallah! Galatasaraylılar bir de Vakıf’a bağışta bulunuyorlar. En büyük korkum Vakıf’ın da ileride böyle bir hale düşmesi. Allah göstermesin.
Özer Berkay: Bizim üyeler olarak artık ayağa kalkmamız lazım. 30 yıldır başkan adayları benim aidatımı ödüyor Böyle bir şey olur mu? Üyelerin aidatını kendini seçtiren başkanlar yönetiyor.
Erol Günaydın: Bugüne kadar öyleydi.
Özer Berkay: Birey başkan olmak için benim aidatımı ödüyor. Alıştırdılar abi.
Mutlu Çilingiroğlu: Ne demek Ağabey? İstersen izin vermezsin. Benimkini niye yatırmıyor?
Erol Günaydın: Ben çok eski bir Galatasaray üyesi olduğum halde, tiyatro turnelerine gittiğim için maalesef yatıramadım bir kaç tanesini. Hâlen Divan üyesi olamadım bu yüzden. 100. yılda bir af çıkartırlarsa ödesek hepsini birden Divan üyesi olsak, çok kişi var böyle.
Mutlu Çilingiroğlu: Sizlere saygısızlık olmasın, lütfen yanlış anlamayın. Bir gece tüm Galatasaraylılar kendi kendine düşünsün laf etmeden evvel "ben ne yapıyorum bu Galatasaray için" diye. "Alıcı mıyım verici miyim?" Seyirci olmak doğal hak. Ama talep etmek paylaşılarak olur. Paylaşmıyoruz. Galatasaraylılar paylaşmıyor. Bu demiyorum birisi 1 lira; bizim bu vakıfta ayda 1 lira veren de var 10 lira veren de var. Ben size bir göz yaşartıcı bir hikayeyi anlatayım. Beni 132 dönemi mezunu Galatasaraylı bir kardeş aradı. Yani mezun olalı 4 sene olmuş; Üniversite 3’te. "Abi biz 12 arkadaş her ay Florya’ya yardım yapmak istiyoruz kime müracaat etmeliyiz"dedi. "Oğlum üniversitelisiniz siz" dedim. "Olsun abi 10 milyon" dedi. 10 var, 50 var, 1 milyar var.
Peki bu yardımlaşma duygusu nasıl canlandırılabilir?
Mutlu Çilingiroğlu: Bakın bir heyecan getirecekse, açık net, Başkanımız okurken lütfen alınmasın, bütün iyi niyetimle söylüyorum. Galatasaray’da bir sürü işe başlanmış ama netice alınmadığı için güven kalmamış. O güveni tazeleyeceksiniz. Ben bu heyecanımı Kalamış için de söyledim. Canlandırın bu topluluğu; güven verin, bitirin. Benim oğlum da Galatasaray Lisesi mezunu. Şimdi Özhan Abi’ye ayıp olacak ama "baba ya ben arkadaşlarıma bak bu sene stat çalışmalarına başlanılacak dedim ve sözümde durmamış gibi onlara karşı ben mahçup oluyorum" diyor. Sözü veriyorsan ölümüne. Öyle bir Galatasaray olmamız lazım. Coşkun Özarı’nın söylediği bir sözdür. Galatasaray İngilizlerin Arsenal’i gibidir; şampiyon olmayabilir ama Arsenalli olmak, Galatasaraylı olmak başka bir şeydir. Bunu toplumun hepsine söyleyemiyorsun. Güzel futbol oynayan, zevk veren bir Galatasaray, iyi bir tiyatro oyununa gitmek gibi olsun ama az hasılat yapsın. Hep şampiyon olamasın, bir kere biz bunu öğreneceğiz. Her sene Galatasaray şampiyon olamaz.
Erol Günaydın: Bizimkilerin (futbolcuların) agresif olmaları hiç hoşuma gitmiyor. Kavgacı görüntülerini söylüyorum… Mesela Mondragon… Kaleyi bırakıp gidip orada yumruk atıyor. Ben bunu yakıştıramıyorum. Bunlar yakışmayan şeyler bizlere.
Özer Berkay: Ben de yakıştıramıyorum.
Erol Günaydın: İşte bu kötü. Bu derginin Fransa’da, Belçika’da, Amerika’da; dünyanın her yerinde okunuyor olması lazım. Galatasaray Cemiyetleri var. Galatasaray Camiası var. Dergimiz buralara gitmiyor buna üzülüyorum. Halbuki seferberliğe girsek oralardan kulübe çok büyük yardımlar gelebilir. O zaman Galatasaraylıların oy kullandıktan sonra "başkanı seçtik, artık ne yaparsa yapar" noktasından sonra da ilgilerinin devam etmesi gerekir…
Özer Berkay: Evet, ama Başkan seçiliyor, sonra Başkan da unutuyor. Kendi bildiğini yapıyor.
Erol Günaydın: Derwall zamanında Aydemir, ben, bir sürü sanatçı kalktık Galatasaray-Fenerbahçe maçı öncesi (3-0) Florya’ya gittik. Derwall "Sizi ilk defa görüyorum, ne güzel bir şey" dedi. "Biz Almanya’da böyle toplantılar yaparız eğleniriz, moral günleri yaparız" dedi. Bizim Özhan Başkan’a da rica ettik bir Fener maçından evvel. Ama yapamadık… Futbolcuları göremedik.
Özer Berkay: Az daha kovuluyorduk geçen sene.
Erol Günaydın: Gittik anlattık, futbolcuları çıkarmadılar. Kendileri oturdular. Futbolculara söyleyeceğimizi onlara söyledik. Heyecanlanmasınlar dedik. Galatasaray esprisiyle sahaya çıksınlar dedik. Biraz moral vermekti amacımız. 2-0 aldık maçı. Bir daha ne çağırdılar ne bir şey.
Özer Berkay: Ben Başkan’a "Bütün Galatasaraylı sanatkârları toplayalım, getirelim" diyorum "Kimler gelecek, ne zaman gelecek; olmaz o saatte gelme, topçuları çıkarmam" bir sürü zorluk...
Erol Günaydın: Tamam onlar profesyonel ama bunlar çok önemli. Biz akşama kadar orada olalım demiyoruz ki… Sosyal dayanışma, gitmek gelmek, arkadaş olmak onlarla, bunlar Galatasaraylılığın gerekleri. Bizim futbolcuları, onların bizi tanıması gerek. Şimdi hiç birini tanımıyorum.
Çözüm önerileriniz neler Galatasaray’ın bugünkü sorunları için?
Erol Günaydın: Sosyal dayanışma. Her şeyin sebebinde o var. Üyeleri heyecanlandırmak, sevindirmek. Çözüm buradadır.
Mutlu Çilingiroğlu: Yüzde yüz katılıyorum ağabeylerime ama bir şey ilave edeceğim. Bir şekilde de Galatasaray’ın saygı ve sevgi tarifini hem sokaktaki, hem de tribünlerdeki Galatasaraylının benimsemesi lazım. Bu konuda bende de bir mutsuzluk var. Ben oğlum sebebiyle Kapalı’ya gidiyorum. Çok düşük bir profille karşılaşıyorum. Ne grup olursa olsun bu da kahrediyor. Yani Galatasaray’ın iyi futbolu kadar, seyir ortamı da önemlidir. Futbolcuya küfür edilir mi Allah aşkına? Bunu Galatasaraylılara çok iyi anlatalım. Anlattıktan sonra bu birlikteliğe davet edelim. Ama Allah aşkına o birlikteliğe davet ettikten sonra da sözümüzde duralım; paranın hesabını verelim ve üretelim.
Erol Günaydın: Ben bir şey daha söyleyeceğim. Ben bu 70’li senelerde televizyon geldiğinde geleneksel sanatımızı, meddahlığı yapan adamlardan bir tanesiyim ve benim üstümde kaldı ihale, meddah olarak bilindim. Polonya’dan birileri geldi bir iki kaset çektiler. Şimdi ayın 22’sinde Polonya’da Varşova’ya davet edildim meddah olarak. Niye öğrenci yetiştirmediniz niye yok kimse diye soruyorlar bana. Ben dedim ki bu arz talep meselesi. Şimdiki gençler bunları eski buldukları için bu geleneksel şeylere inanmıyorlar. Çağdaş daha başka komiklikler yapıyorlar. Cem Yılmaz var, Yılmaz Erdoğan var. Polonyalılar dedi ki "bunlar stand-upçılar, meddah değil." Ben "bunlar da tek başına gösteri yapıyorlar" dedim. "Evet ama çok farklılık var" dedi Polonyalı kız. Bizim yaptığımız dönemde seyretmiş bizi. "Sahnedeki insanın seyircisine çok büyük saygısı vardı" dedi, "bunlarda o saygı yok." Hakikaten doğru. Sahneye çıkıyor alay ediyor seyirciyle. "Aldım paranızı" diyor. "Para vereceksiniz tabii, ben sizi güldürüyorum" diyor. Seyirciyle ilişki buraya kadar dönmüş yani.
Mutlu Çilingiroğlu: Benim başkanım seçimi kaybedene kadar başkanımdır, öyle bir Galatasaraylıyımdır. Yani hata yapıp yetkili kurullarla, camia var divan var tartışırsın ikaz edersin ama kimse saygısızlık yapamaz. Ben Özhan Abi'yi taraftarıyım diye değil babam gibi görüyorum. Babanın parası yok. Oğlan onu ister, öbürü ayakkabı ister, ne yapacağını bilemiyor! O ortamda bir takım kararlar alıyor. Bize zaten şu gelmedi, hem namuslu, hem iş adamı! Erol Günaydın: Ben bunu hep söylüyorum zaten. Namuslu oldun mu sen gittin bu dönemde; bu çağda. Çok saygısız olacaksın, arsız olacaksın; onlar kazanıyor. Prim yapan onlar. Özer Berkay: Bizim camia saygının terbiyenin ne olduğunu çok iyi biliyor ama bu zamanda bunların hiç biri geçerli bir akça değil maalesef.
Erol Günaydın: Şimdi açıkçası şöyle bir şey oldu. Yani belli bir süredir, 50-60’lardan beri Galatasaray adım adım kitleselleşti. Tabii; biz mektepliyiz. Bir de mektepli olmayan bir sürü Galatasaraylı var. Biz 5.000 kişi Karıncaezmez’in yanındayken şimdi 80.000 kişi maça geliyor. 20.000 kişi dışarıda kalıyor.
Mutlu Çilingiroğlu: Ben şimdi hemfikir olmadığımız bir şey daha söyleyeyim. Hepimiz düşünelim diye. Geçen sene çok maça gittim Olimpiyat Stadı’nda. Mutluluğumu söyleyeyim. Girerken uzun sürüyordu; çıkarken uzun sürüyordu. Ama tuvaletime rahat indim, yerime rahat oturdum, sandviçimi rahat aldım. Ali Sami Yen’de de Kapalı’ya gidiyordum çünkü oğlum istiyordu. Ben diyorum ki herhalde Numaralı tarafından giriliyor bir gitsinler bir Kapalı’dan nasıl giriliyor; tuvalet olsa orası girmezsiniz. Galatasaray geçen sene şampiyonluğa oynasaydı. 50.000’den aşağı oynar mıydı Olimpiyat Stadı’nda?
Erol Günaydın: Mümkün değil.
Mutlu Çilingiroğlu: O kötü sezonun ortalaması 30 binin üstünde. Kimse bağırır mıydı Ali Sami Yen’de oynayalım diye? İşte bir neticeye dayalı karar almak beni üzüyor. Çünkü ben Galatasaray’a düzgün bir stat layık görüyorum. Ali Sami Yen’e geldik; mabedimiz, tamam. Ama kim getirdi bizi oraya? Akıl mı, sokak mı?
Özer Berkay: Sokak getirdi canım. Ali Sami Yen’de öleceksek ölelim diyorlar! Niye öleceksin? Ali Sami Yen’de yaşayacaksan yaşayalım desene ya. Yanlış slogan kullanıyorlar. Galatasaray’a yakışır mı bu?
Mutlu Çilingiroğlu: Sen iyi bir futbol oynadığın zaman, her yerde oynarsın. Bayern Münich nerde oynuyor? Roma ile Lazio nerde oynuyor? Hepsi Olimpiyat Stadları’nda oynuyor. Sen iyi futbol oyna, bak işte. Ben size pratik bir hesap vereyim. 50.000 mi toplayacak Fenerbahçe; biz de 18.000 mi toplayacağız? Demek ki biz üç maç, Fener bir maç oynayacak. Ne acı, paraya ihtiyacımız varken.
Erol Günaydın: Şimdi Özhan tamam, zengin de. Bizim Selahattin Beyazıt gibi maddi gücü yeterli bir takım iş adamlarımız vardı... Şimdi onlar da uzaklaştılar. Bizim etimiz budumuz yok, çenemiz var ancak konuşuyoruz konuşuyoruz…
Webaslan mobil uygulamasıyla spor haberlerine herkesten önce ulaşmak için tıklayın
Diğer Haberler
En çok okunan haberler
AVRUPA'DAN FUTBOL