18
2012
Yazılarımı az çok okuyanlar Fatih Terim'i çok da benimsemediğimi bilirler. Çünkü Fatih Terim bugüne kadar çalıştırdığı takımlarda eldeki kadroyu hep ideallerine uydurmaya çalıştı. Oyun hedefi kadronun gerçeklerine uysun ya da uymasın; bunda ısrarcı oldu; hatta inat bile etti; ki bu inatta bazı futbolculara karşı beslediği anlamsız takıntılar da vardı. Hiç bir dönemde ideallerini 2. sıraya koyup, sadece elindeki kadronun gerçeklerini esas alarak hareket etmedi Fatih Hoca... Lakin dönüşleri de oldu tabiki. İşler (maç esnasında) kötüye gittiğinde, uzun vadedeki oyun planını bir tarafa bırakıp, günün gerçeklerine sarıldı ve genellikle 70. dakikadan sonra riske girdi. Bu açıdan aslında esnekti de diyebiliriz. Kimi dönem ''netice itibariyle'' başarılı oldu; kimi dönem de olamadı. Aslında başarı çıtasını çok daha yükseklere çıkartabilecek imkanlara sahipken, (ideallerinin, elindeki kadronun gerçeklerine ağır basması dolayısıyla) bunda muvaffak olamadı ve bu yüzden de hiç bir zaman başarının ''baş aktörü'' değildi benim gözümde... Yine de bu durum herkesin ''başarı algısına'' göre değişir. Eğer kendisinden bağımsız koşullar ön plana çıkmamışsa, sonuca ulaşabilmesi de önemlidir tabiki. Ancak ne var ki;
Mevcut başarıyı ya da başarısızlığı sadece sonuçlara endeksleyeceksek; o zaman ''sadece'' skor tabelacılığı yapmış oluruz. Oysaki benim için başarı kıstasında esas olan; başarıya giden yolun tanımıdır. Mesela siz bana derseniz ki Fatih Terim Galatasaray'a UEFA kupasını kazandırdı ya da 2008 Avrupa Şampiyonası'nda Milli Takım'a yarı final oynattı diye... o zaman da ben size ''Ümit Davala 90. dakikada Milan'a attığı o penaltıyı kaçırsaydı; Arda İsviçre maçında ceza sahası dışından şut çekerken, o top rakibe çarpmasaydı... ne olurdu?'' derim. Dolayısıyla eğer başarıyı Fatih Terim açısından değerlendireceksek, Fatih Terim'den bağımsız ayrıntıları yok saymak yerine, ona bağlı olan gerçekleri yani neyi yapıp, neyi yapamadığını irdeleyerek bir karara varabilmeliyiz. Şöyle ki;
Fatih Terim'in 2000'deki oyun ideali mevcut kadronun gerçeklerine uygundu ve bu yüzden o kupa geldi. 2008'deki (2006'dan sonra değişen) yeni oyun ideali ise Milli Takım'ın kadro gerçeklerine uygun olmamasına rağmen Fatih Hoca kenar hamleleriyle günün gerçeklerine sarıldı ve riske girdi; bu da başarıyı getirdi.
Bu iki yorum arasında çok büyük fark var değil mi? İlki sonuca göre başarıyı açıklıyor; diğeri ise sonuçtan bağımsız olan nedenleri irdeliyor ve asıl nedene işaret çekiyor. Şimdi aynı metodu bu seneye uyarlayalım.
Siz bana ''Geçen sene takım ne haldeydi; şimdi ne halde? Tüm bunlar Fatih Hoca'nın sayesindedir'' derseniz; ben de ''Geçen seneki Barış ve Sarp'lı kadro Fatih Terim'in elinde olsaydı ne olurdu'' yu sorgularım. Dolayısıyla eldeki kadronun değişimini de yadsıyamazsınız. Hoş, gerçi bu oyuncuları isteyen, takımı kuran ve sadece Riera hariç diğerlerinde isabetli olan da Fatih Terim'dir. Fakat Culio'yu, Pino'yu gönderen de Fatih Terim'dir. Ya da 2. Galatasaray Dönemi'nde Ali Lukunku'ları alan da Fatih Terim'dir. (ki o dönemde bonservisi elinde diye gereksiz bir çok futbolcuyla kadroyu şişireceğine alt yapıya eğilseydi; bunun semerelerini şu anda bizzat yaşıyor da olabilirdik.)
Elbetteki transfer edilmek istenen futbolcular bütçe gerçeklerini esas alarak, hedeflenen oyun anlayışına göre belirlenirler. Fakat burada önemli olan husus, bunun sonuçlarını sadece öngerebilmeniz; peşinen bilememenizdir. Mesela Riera çok başarılı olabilir; Melo, Eboue ve Muslera da son derece başarısız olabilirdi. İşte bu yüzden ''ama takımı Fatih Terim kurdu'' diyorsak, futbolcuların alındıktan sonra göstermiş olduğu performanslara göre değil; ''Riera alındıysa hangi düşünceye göre alındı? Melo alındıyla neden alındı?'' yı irdeleyerek bunu yapabilmeliyiz. Bu durumda da Fatih Terim'in sezon başında Galatasaray'a oturtmak istediği sistemin 4-1-4-1 olduğu ve bütün transferlerin de bu amaca yönelik yapıldığı gerçeği ortaya çıkmış oluyor. Halbuki şu anda biz 4-4-2 oynuyoruz. Evet başarı geldi fakat önceden belirlenip, hesaba katılmayan bir yoldan geldi. Bu durum aynen şuna benzer: Bilordoda sarı topa vurmak istemişsinizdir fakat kırmızı topunuzu deliğe sokmuşsunuzdur. Sayıyı almışsınızdır almasına da hiç beklemediğiniz yerden almışsınızdır...
Bu realitenin sonuçlarını daha da irdelersek ortaya bakın neler çıkıyor...
1- Bütün transferler 4-1-4-1'e göre yapılmıştı.
2- Tek forvet oynama düşüncesi yüzünden Galatasaray sezona sadece üç forvet (Elmander, Baroş, Sercan) ile başlamıştı.
3- Hem Culio, hem de Pino (hedeflenen sistem 4-4-2 olmadığı için) gönderilmişti.
4- Her ne kadar Arda'nın sürpriz gidişi hesapları bozsa da '' Arda sakatlanırsa ne olacaktı'' nın planı da yoktu sonuçta Culio gönderilirken...
5- Oysaki şu anda biz çift forvet oynuyoruz.
Şimdi başarıyı sonuçlara endeksleyen arkadaşlara soruyorum: O halde neden Galatasaray'ın 11 hafta boyunca gereksizce zaman kaybetmesini sorgulamıyorsunuz? 11 haftada kaybedilen 14 puanın açılımını yapmıyorsunuz? Baroş'un sağlıklıyken bile kenarda oturtulmasını tartışmıyorsunuz? Halbuki Fatih Terim sezon başında 4-4-2'ye göre elindeki kadroyu kursaydı Stancu'nun bile gönderilmesine gerek kalmayacaktı. Ne onca zaman, ne de onca puan kaybedecektik. Eğer neticeye göre konuşacaksak, olaylara tersten baktığımızda da ortaya böyle bir realite çıkıyor. Haksız mıyım..? Dolayısıyla Fatih Terim idealindeki oyun anlayışına göre takımı kurdu ama başarı bu yolla değil, Beşiktaş maçından sonraki değişimle geldi. Sonuçlara göre konuşmaktan ziyade; başarının tanımına göre olayları değerlendirelim derken işte bunları kastediyorum. Nitekim benim için Fatih Hoca'nın başarı tanımı şöyledir:
Fatih Terim sezon öncesi bir oyun ideali belirledi ve Kazım ile Riera'ya rağmen tam 11 hafta bunda ısrarcı oldu. Bu süre zarfında Fatih Terim 19 puan alıp, 14 puan kaybettiği için başarısız değildi; bu sistemin mevcut kadroya göre olmadığının anlaşılmasına, Galatasaray'ın pozisyona girmekte ne kadar sıkıntı çektiğinin görülmesine rağmen bunda diretmesi ve değişime çok geç gitmesi yüzünden başarısızdı. (-1)
Fatih Terim 11. haftadan sonra başarılıydı. Çünkü kanat problemi dolayısıyla Galatasaray'ın çift forvet oynaması gerekiyordu ve nitekim de Beşiktaş maçından sonra Baroş sahne aldı. Böylece zaten defans ve orta saha göbeği oturmuşken, Elmander'in partnerini bulmasıyla birlikte Galatasaray'ın omurgası da tamamlanmış oldu. (+1)
Devre arası transfer döneminde takıma kanat oyuncuları gerekiyordu. Fakat istenilen futbolcular alınamadı; sadece yedek düşünülen Yiğit'le alternatif sunuldu o bölgeye. İşte burada Fatih Terim'in kanatlara Engin ve Emre'yi monte etmesi değil; takımda kanat oyuncuları yokken, eldeki kadronun gerçeklerine uygun bir oyun modeli belirlemesi gerekirdi. Galatasaray'da tabiki Kevin Prince Boateng gibi bir oyuncu yoktu ama sonuçta hem Engin, hem de Emre 10 numara orijinine sahip futbolculardı. Dolayısıyla bu oyuncuları kanatta oynatmak yerine, tıpkı Milan gibi orta sahayı baklava düzeninde kurup, futbolcuları en verimli olabilecekleri yerde kullanarak, kadrodan maksimum verim alınabilirdi. Fakat bu yapılmadı. Böylece daha çok başarılı olunabilecekken; başarı çıtası aşağıya çekilmişti. (-1)
İşte, Amrabat ya da Keita gibi has kanat oyuncularının olmadığı bir takımda; kadronun gerçeklerine göre hareket edilip, orta saha düzeni Milan gibi kurulmadığı için 10 kişi kalan Mersin'e karşı acziyet göstermiştik.
Fakat 3 puanı almıştık sonuçta... Biz başarılıydık...
Sevgiler...