20
2012
Her zaman olduğu gibi Fenerbahçe’nin sağduyulu (!) yöneticileri bir gazete tarafından yorum katılarak sunulan sözler üzerinden kendi camialarına ait bazı terbiyesizlikleri ve başarısızlıkları örtbas etme çabası içine girdiler. Daha okuduğunu ya da duyduğunu anlamaktan yoksun bazı insanların “yönetici” sıfatıyla çıkıp, bir oyun hamuruna kendi istedikleri şekli verme edasında yaptıkları yorumlar kendi camialarının ne kadar güçlü olduğunun değil tam aksine ne kadar zavallı bir durumda bulunduğunun göstergesidir.
Ünal Aysal’ın çarpıtılarak aktarılan yorumuna objektif olarak bakarsak, bahsetmek istediği şeyin kendi dönemi başladığından beri, gerek Arena’da gerekse normal hayatta Galatasaray'ın yönetici ve taraftar bazında sergilediği ve hiçbir zaman (ailevi nedenler (!) söz konusu bile olsa) bozmadığı sağlam ve düzgün duruşudur. Tabiî ki geçmiş sezonlara baktığımızda Ali Sami Yen’de, TT Arena’da ve Abdi İpekçi’de taraftarımızın neden olduğu istenmeyen olayların yaşandığını inkâr edemeyiz. Ancak, göreve geldiğinden beri sürekli olarak Galatasaray Spor Kulübü’nde yaratmak istediği sportif, kurumsal ve sosyal değişimden bahseden ve kendi dönemiyle alakalı konuşan başkanımızın yaptığı yorumların ısrarla başka yerlere çekilmesi akılları sıra sağduyululuk dersi veren Fenerbahçe yöneticilerinin asıl amacını açıkça ortaya koymaktadır.
Çok saygıdeğer(!) Fenerbahçe yöneticisi Ali Koç’un açıklamalarında saydığı örneklerin hiçbiri inkar edilecek olaylar değildir. Ancak bunları biriktirip sayarken karşısında sadece kendi döneminden bahseden bir başkan olduğunu unutmaktadır. Açıklamalarını bu habersizlik kapsamında yapmasının yanı sıra, olaya tamamen ters taraftan baktığımızda, bu çok sevgili Fenerbahçe yöneticisinin yönetim kurulundaki görev süresine denk gelen dönemlerde yaşanan olaylara hiç değinmemesi son derece manidardır.
Galatasaray başkanını kendi kulübünün geçmişini bilmemekle suçlayan kimseler acaba kendi geçmişleri hakkında ne kadar bilgi sahibidirler? Söyle bir dönüp o geçmişe baktığımızda, Şükrü Saraçoğlu stadındaki bütün maçların hac ibadetinin bir parçası olan şeytan taşlama töreni şeklinde geçtiğini görebiliriz. Ali Koç’un, zamanında tribünlerden atılan yabancı cisimlerin Eric Gerets’in alnını yarması, Ümit Karan’ın başına isabet etmesi ve hatta aynı maçta Mondragon’a ses bombası atılması konusunda hiçbir söylemde bulunmaması acaba kendi kulübünün geçmişi hakkındaki bilgisizliğinden mi yoksa art niyetli bir unutkanlıktan mı kaynaklanmaktadır? Bunlara ek olarak, daha geçen sene Saraçoğlun’da bir yardımcı hakemin başının yarılmasını ve başına dikiş atılmasını (Bünyamin Gezer’in bu maçı tatil edememesi tamamen ayrı bir tartışma konusudur) bilmeyen ya da hatırlamak istemeyen bir yöneticinin kendinde bu tarz açıklamaları yapma kudretini bulması gerçekten düşündürücüdür. LigTV kameralarının kablolarının yayın sırasında kesilmesi konusu hala gizemini (!) korurken, hakkında bu konu ile ilgili ithamlar ve şüpheler bulunan aynı yöneticinin temizlikten, sağduyudan ve samimiyetten bahsetmesi tam anlamıyla bir komedi filmi senaryosudur.
Bütün bunlara ek olarak basketboldan da örnekler vermeyi seven Ali Koç yine ne tesadüftür ki, 2009 yılında Efes Pilsen’e kaybettikleri şampiyonluk maçı sonrası parkeye inen ve Efesli basketbolculara saldıran kendi taraftarından bahsetme gereği duymamıştır. Kendisinin bu konuda bir bilgisinin olmaması olayın video kayıtlarında boy göstermesi nedeniyle imkansız olduğuna göre bu olayda ve diğerlerinde altta yatan niyetlerin ne olduğunu açıkça ortaya çıkmaktadır.
Sayın başkanımızı geçmişini bilmemekle suçlayan Ali Koç, bu savını kanıtlamaya çalışırken kullandığı örnekle de gerçekten komik duruma düşmüştür. Bu konu kapsamında bahsettiği rakı şişesi olayı Sayın Ünal Aysal döneminde ve bu sezon değil, geçen sezon yaşanmıştır. Sağlam argümanlar bile sunmaktan aciz bir yöneticinin sözlerine ne kadar itibar edilmesi gerektiği tamamen ayrı bir tartışma konusunu oluşturmaktadır.
Daha öncede söylediğim gibi, bizim tesislerimizde yaşanan olaylar bizim ayıbımız olarak kalacak ve hiçbir şekilde unutulmayacaktır. Ancak bu sezonun başlamasıyla birlikte gerek sportif alanda, gerek kurumsallaşmada, gerekse tribünde inanılmaz bir değişim yaşandığını görmemek için kör olmak gerekir. Konumuz kapsamında bu öğelerden tribün ayağına değinirsek, Galatasaray taraftarının TT Arena’da milli maçlarda yaşanan tatsız, hoş olmayan olaylardan kısa bir süre sonra oynanan Fenerbahçe maçında ve İnönü stadında Eboue’ye yapılan terbiyesizliklerin sonrasındaki Beşiktaş maçında kendi takımını desteklemekten başka hiçbir unsurla uğraşmadığını açık ve net bir biçimde gördük. Takımını 90 dakika ateşleyen, adeta sahadaki 11 ile birlikte tek vücut şeklinde hareket eden, yaptığı şovlarla taraflı tarafsız (ve olaya mantıkla bakabilen) herkesin takdirini kazanan taraftarımızın bu sene yaşadığı gelişim sayın başkanımız tarafından gurur duyulacak bir olgu olarak dile getirilmiştir. Ancak her zaman olduğu gibi belirli çevreler olayı çarpıtıp kendi başarısızlıklarını ve ayıplarını örtbas etmek için bunu bir araç olarak kullanmakta her hangi bir sakınca görmemişlerdir.
Tabii ki kendilerinin hayal bile edemeyeceği başarılara tesadüf deme cüretini gösteren, rakibinin şampiyonluğunu hazmedemeyip 2-3 günlük istifa haberleriyle gündemi değiştirmeye çalışan, UEFA finalinin Şükrü Saraçoğlu’da oynanacağı sene Galatasaray’ın kupandan elenmesine çocuklar gibi sevinen ve bu olaya resmi sitesini ciddiyetten uzak bir taraftar sitesi gibi kullanıp göndermeler yapan, şike soruşturmasında bile kendi savunmasını hiçbir suçlamaya maruz kalmamış Galatasaray’ı karalama üstüne kuran bir camiadan ve onun üyelerinden başka bir tutumun beklenmeyeceği aşikârdır.
Görüldüğü gibi seneler geçse de hep aynı konulu filmin yeniden çevrimi kamuoyunun önüne sunulmaktadır. İsim, kurgu ve oyuncular değişse de, önümüze konan filmin konusu hep aynıdır. Bazılarında başrol Aziz Yıldırım’ın tekelindeyken bazılarında Ali Koç, Nihat Özdemir, Murat Özaydınlı ve Cihan Kamer bu rolü paylaşmaktadır. Filmin bu seferki adı mı? Görünüşe göre o da “Sağduyu Timsalleri”…