28
2011
BU YAZI ZAMAN GAZETESİNDE 16 MAYIS 2011 TARİHİNDE YAYINLANAN BİR MAKALE SONRASI YAZILMIŞTIR
FUTBOLDA ŞİDDETİ GERÇEKTEN ÇÖZMEK İSTİYOR MUYUZ?
16 Mayıs 2011 tarihli ve hemen hemen aynı başlıklı yazıyı elime büyük bir heyecanla alarak okumaya başladım. Örneklerle, çözüm önerileriyle şiddeti engelleyebilme yolları aktarılmaya gayret edilmiş.
Benim için her önemli yazıyı okuduktan sonra , bu yazıyı okuyan konu ile ilgili etkili ve yetkili kişiler yazıdan haberdar olmuşlar mıdır? Veya onları haberdar etmesi gerekenler, yazıyı gerekli yerlerle iletmeye değer bulmuşlar mıdır? diye düşünürüm.
Ahmet Bey’e de sormuş olayım. Yazınız ile ilgili olarak size geri dönen, fikirleriniz ile ilgili daha geniş kapsamlı yazışmak veya görüşmek isteyen hiçbir etkili kişi oldu mu? Olduysa (bence çok düşük bir ihtimal,bu durum yazıdan değil, etkili kişilerden kaynaklanmaktadır) görüşmelerinizin sonuçlarını aktarmanızı rica ederim.
Hayatı boyunca bir elin parmaklarını geçecek sayıda, gerçek bir futbol sahası standartlarındaki zeminde ve ölçülerde maç yapan erkek sayımız kaçtır acaba? Peki halı sahada gazozuna bile olsa düzenli bir süre maç yapabilen sayımız?
Büyük sahada düzenli idmanınız yoksa 10. dakikadan sonra nefesiniz kesilir ve iki eliniz belinizde gezinirsiniz, bu süre halı sahalarda 15 dakikaya kadar çıkabilir. Sinirleriniz gerilir, topa istediklerinizi yaptıramadınız gibi, top sizinle oynamaya başlar, sizde artık topu bırakmış, çoktan rakiplerle oyamaya başlamışsınızdır bile. Sonuç hır gür, ağız dalaşı, bazen kürleşme ve nadirde olsa yumruklaşma. Eğer aranızda aklı başında birkaç kişi yoksa olaylar iyice çirkef hale gelmiştir bile. Bize lazım olan işte o aklı başında birkaç kişi.
Hakem olmak, futbolcu olmak, yönetici olmak ve en kalabalık grup olan taraftar olmak, hem zevkli hem de zor bir durumdur. Bir tutkudur, hüzündür, sevinçtir.
Daha yeni arkadaşlarımla, yeğenimle ve babamla Galatasaray’ın Karabük’le ve Kayseri’yle olan maçlarını seyretmek için Hatay’dan İstanbul’a gittik. Takımımız ligden düşme tehlikesi yaşamış olsa da bizim takımımızdır. Onu çok seviyoruz. Bizler gibi stadlara giden, gidemeyen binlerce taraftarda eminim takımlarını çok seviyorlardır. İşte bu noktada sevginin şiddete dönüşümünü inceleyemeye çalışacağız.
Kendilerine en büyük sorumluluğun düştüğü grup olarak gördüğüm yöneticilerin hal ve hareketlerine bakmalıyız.
Maalesef yöneticilerimiz (hepsini katmıyorum ama problemi bir türlü çözemediğimize göre büyük çoğunluğunu dahil ediyorum) futbolda şiddetin bitmesini gerçekten istemiyor gibi görünüyorlar. Liderlikleriyle, duruşlarıyla, ifadeleriyle, yönlendirmeleriyle örnek olmuyorlar.
Avrupa’da şampiyonluğunu garantileyen takımı son maçına çıkarken, en yakın rakip takım oyuncularına alkışlatan bir yönetim ile, şampiyonluğunu ilan eden takımın oyuncularının başına şişe yağdırılan Türkcell Süper Lig. Futbol seyircileri sahaya girerlerken 6-7 noktada aranıyor, biletsizler stada yaklaştırılmıyor bile. Peki nasıl oluyor da bu kadar şişe sahada geziyor?Şampiyonlar Ligi maçlarında sahaya istenilirse tek bir konfeti attırılmazken, lig maçlarına saha nasıl oluyor da konfeti tarlasına dönüyor?Koro halinde baştan sona küfürlü maçların yanında, münferit küfürler hariç tekbir küfrün olmadığı, çokta stresli pek çok maç izledik. Demek ki, istenirse oluyormuş. Hakem hatasıyla kaybedilen maçlardan sonra sinevizyonlu toplantılar yapan pek çok yönetici gördük. Kendi lehlerine verilen hatalı kararları hiç dile getirmezlerken, aleyhlerine neticelenen durumlarda hep kasıt aramaya çalıştılar.
Derbi maçlarından önce kulüp başkanlarının bir araya gelmelerini, dostluk mesajları vermelerini, maça beraber gelmelerini, atılan her golü alkışlamalarını, maçtan sonra birbirlerini tebrik etmelerini, televizyonda maçı beraber yorumlamalarını, kaybetmenin hiçbir şeyin sonu olmadığını futbolcularına ve taraftarlarına anlatmalarını isterdim. Her halükarda bir kazanan olacağına göre, he sene aynı takımın şampiyon olmasına imkan olmadığına göre, kazanma hırsının yanında, kaybetme olgunluğunu futbolcularına aktaracak yöneticilere ihtiyaç var. Oyuncularımızın ve yöneticilerin uzman psikologların görüşlerini idman yapar gibi, kulübü yönetir gibi dikkatli ve hassasiyetle dinlemeleri lazım. Acaba kaç yönetici takımının ve kendilerinin psikolog ihtiyacının olabileceğini düşündü ve bu ihtiyaçlarını giderdi. Milyon Dolarlar içinde yaşayan 20-30 yaşlarında gençler, onları izleyen milyonlarca göz, dünyanın en popüler işlerinden birini yapıyor olmak, sürekli kazanmanın isteniyor olması ama bunun mümkün olamaması. Sadece bunlar bile yöneticilerimizin aklına psikolog ihtiyacını çoktan getirmeliydi.
Dünyanın sayılı derbilerinden birine sahip olduğumuz söylenir. Maalesef sadece kağıt üzerinde kalmış bir büyüklük. Derbimizin dünya markası haline gelmemiş olması ve daha kötüsü, bu markalaştırma için yöneticilerimizin hiç çabalamaması. Avrupa’da 60-70 bin seyircinin kavgasız, dövüşsüz, sahaya yabancı madde atmadan izlediği en büyük derbileri seyrettikçe içim acıyor. Bizim derbilerimiz sıradanlaştırmaya, dostluk yerine düşmanlıktan pirim elde edilmeye hakkınız yok.
Buradan dört büyük kulübün ve tüm spor kulüplerinin başkanlarına seslenmek istiyorum. Önce sizler ve yanınızdakiler futboldaki şiddeti, kavgayı, küfrü, şikeyi, teşvik primini hayatlarınızdan adını anmamak üzere çıkartın. Önce sizler ve yanınızdakiler hakemlere saldırarak taraftarlarınızın arkanızdan gelmesine sebep olmayın, stadlarınızda onlarca kontrol noktası, kamera var, şişe atanları, lazer tutanları, çakmak bozuk para atanları isterseniz stadın çevresine bile yaklaştırmazsınız veya yaklaştırmayacak kanunları çıkarttırırsınız. Meşaleyi, konfetiyi sizden habersiz sadece bir defa içeri sokabilirler, ikinci defa olmasının imkanı yoktur.
Şu soruyu açık açık sormak istiyorum. Lütfen düşünün ve samimi cevap verin. Sizler, kulüp yöneticileri, başkanları futboldaki şiddetin, kötü tezahüratın, tüm çirkinliklerin sona ermesini sözde değil özde istiyor musunuz? Sıkıntıyı gerçekten bitirmeyi isterseniz, büyük oranda azaltabiliriz. % 100 bitirmemiz (hiçbir ülke bitirememiştir) mümkün olmadığına göre , en aza indirmek için en önemli görevler sizlere düşmektedir.
Her yanan canda, her kaybolan milli değerde, çocukların maçlardan ağlayarak kaçmak zorunda kalmasında, dünya standartlarında bir lige sahip olamamamızda belki hepimizin hatası vardır, ancak hem sahadaki, hem tribündeki hem de sokaktaki tüm olaylarda en büyük hata ve sorumluluk sizlere aittir.