30
2011
Aslında uzun bir süreci ve bu sürecin her anında doğru adımlar atmayı temsil eden zor bir kelime olsa da, bir yandan da hedefe en kısa yoldan varmak kadar basit bir anlama gelebilir “başarı”…
Peki Galatasarayımız için başarı nedir? Hangi neticeler bizi tatmin eder veya netice olmasa da sonuca giden yolda yaptığımız doğrular bizim için yeterli olur mu? Ve tabi ki başarılı olmak için neler yapmalıyız?
Öncelikle kırmızı çizgileri net tarif etmekle başlamak lazım. Şampiyonlar Ligi’ne gitmek tatmin edici, Türkiye Kupası’nı kazanmak büyüklüğümüzü tarih önünde taçlandırıcı olabilir ancak, Galatasaray’ın ana hedefi Türkiye’de şampiyon olmak, Avrupa’da ses getirmektir. Kadroyu nadasa yatırmak, hedef küçültmek, anlamsız maceralara girmek ve en kötüsü bu tür şaşırtmacalarla kendini kandırmak gibi lüksleri yoktur bu Türk futbol tarihinin en efsanevi kulübünün. Bu sebeple, geçici – günlük zaferleri değil, kalıcı, tarihte altın harflerle yerini alacak, fark yaratacak büyük adımları kovalarız biz. Zaten buradan gelir tüm şanımız, şöhretimiz…
Buraya kadar her şey tamam ancak, nasıl gelecek bu kalıcı zaferler?
Aslında yaptığımız ilk tariften yola çıkarak cevaplamak gerekir bu soruyu: “sürecin her anında doğru adımlar atmak”, futbolun içindeki tüm dinamikleri özenle, dikkatle ve her zaman ileriyi düşünerek çalıştırmak gerekir. Bu dinamiklere değinmek gerekirse:
1. Yönetim ve Yönetim Planlaması
2. Finansman
3. Teknik Kadro
4. Takım Kadrosu
5. Taraftar
Maalesef modern futbol bu kadar globalleşmişken, Avrupa bazı konularda koşarak ilerlerken görmekteyiz ki Türk takımları, kulüp yönetiminde geride kaldı ve aradaki fark hızla açıldı. Artık dünya ve Türk futbolunda en iyi yönetilen, kaoslarla uğraşmayan, kol kırılsa da yenin içerde kaldığı kulüpler önünde sonunda başarıyı yakalıyorlar. Bu anlamda Türk futbolunu profesyonellerin yönetmesinin zamanının geldiğini düşünüyorum. Tabi ki takımları için heyecanlanan, para harcayan, her maça, her antrenmana gidip motive edici bir unsur olmaya çalışan gönüllü yöneticiler bu işin olmazsa olmazı. Ancak, doğu – batı sentezi uzmanı ülkemizde bunun bir ara kademesi olan profesyonelleri yerleştirip kendi tarzımızı yaratmamızın zamanı çoktan geldi. Yöneticiler her zaman olmalı ancak, tıpkı özel sektör veya kamu kuruluşları gibi asıl yönetimi profesyoneller yürütmeli. Dünyanın en geçerli anahtar sözcüklerinden biri haline gelen “kurumsallaşma” artık futbolumuza da uğramalı.
İyi yönetimin yanında, bunun bir parçası olarak sayılabilecek finansman ayağının önemini de vurgulamak gerekir. Futbol her şeydir klişesi artık günümüzde futbol da her şey gibidir formuna dönmüş durumda. Tüm dünyada artık her şey ekonomi üzerine kurulurken, futbol, en çok paranın döndüğü sektörlerden birisi olarak bu gelişimden payını çoktan aldı. Bu anlamda bizler de çağı yakalamalı, tabiri caizse taşın suyunu çıkarıp, stat, forma, futbolcu satış ve diğer tüm pazarlama gelirlerimizi çok daha yukarı çekmek zorundayız. Başarının tarifi olarak tanımladığımız Avrupa arenasında bizim on katımız cirosu dönen kulüplerle başka türlü kalıcı olacak şekilde baş edemeyiz.
Üçüncü nokta ise teknik kadro. Artık dünyada her türlü yapı modern yöntemler farkındalık esasına dayanarak idare ediliyor. Bu kapsamda, biraz işe eleman alırken yapılan tariflere benzeyecek de olsa; modern futbolun taktiklerini, futbol anlayışını kavramış, yabancı dili ve iletişimi gelişmiş, ekibinde çok iyi kondisyonerler – psikologlar – tercümanlar – sağlık personelleri bulunduran teknik kadrolar aramak en doğrusu.
Dördüncü ve en önemli konu ise tabi ki sahada işleyen ayaklar, yani futbolcular. Yukarıdaki maddelere olumlu veya olumsuz eleştiri getirmedim fakat bu konuda bazı şeyleri belirtmek istiyorum.
Yazının başında Galatasaray gibi bir kulübün takımı nadasa bırakmak gibi bir lüksü olmadığından bahsetmiştim. Bana kalırsa 2-3 senedir çoğu zaman en büyük favori olarak gösterilsek de başarıyı yakalayamayışımızın en önemli sebebi kadroda istikrarı sağlayamamış olmamız. Son senelerdeki “takıma az yatırım yapma” veya yüksek maliyetlerden kaçmak için “kendi takımlarında dışlanmış oyuncuları alıp yeniden adam etme” felsefelerinin çalışmadığını en acı şekillerde tecrübe etmiş olduk. Dünyanın geldiği noktada bütün toplumlara dayatılan “tüketimcilik” bizi de etkilemiş durumda. Bunun üzerine bir de herkesin futbolu yaşadığı ve her şeyi bildiği bir ülkede yaşadığımız da eklersek, destek olunması gereken yerde gereksiz eleştirilerle, oluşturulan baskılarla başarısızlığa nasıl itildiğimizi, sonucunda da her şeyi değiştirme ihtiyacına nasıl sürüklendiğimizi fark edebiliriz. Fakat her sene 10 kişi alıp 10 kişi göndermekle ancak günü kurtarabiliriz. Belirli umutlarla başladığımız bir sezonda yolda tökezleyince her şeyi kenara koyup, daha önce yapılanları yıkıp yeniden yapmaya çalışmakla bir yere varamayacağımızı umarım artık anlamışızdır.
Takım olmak ve bu takımı yönetmek gibi olgular günlük değil, yıllık hedeflerle olmalıdır. Man. Utd. veya Barca gibi örneklerde olduğu gibi belirli bir takım iskeleti kurulup, her sene bu iskeleti daha ileriye götürecek 1-2 takviyeyle hem istikrar hem başarı sağlanmalıdır.
Ben bekliyorum ki Galatasaray gibi büyük bir kulüp çantacı menajerlerin oyuncağı olmadan, kaliteli ve tecrübeli yabancıların yanı sıra tüm dünyayı araştırıp, genç ve yetenekli oyuncuları alsın, sonrasında yüksek fiyatlarla Avrupa piyasasına pazarlasın... Hatta Fatih Terim'in ilk döneminde olduğu gibi altyapıya bile yabancı oyuncu getirilebilir. UEFA kupasını aldıktan sonra bütün dünyanın gözü bizim üstümüzdeydi, bunları rahatlıkla başarabilirdik. Yıllardır bu şansı neden kullanamadık anlamıyorum...
Bu noktada bahsedilmesi gereken en önemli bir hususlardan biri, yabancı transferi sınırı kaldırılmış olsa dahi sahada bulunacak yabancı sayısı hala sınırlı olduğuna göre; takım için gerçekten mücadele edecek, bir yabancıya göre Galatasaray’ın büyüklüğünün ne olduğunun farkında olacak Türk oyuncuların kalitesinin ve alternatiflerinin belirli bir çizginin üzerinde olması gerektiği gerçeğidir. Bugüne kadar diğer büyük takımlarla, Anadolu takımlarında parlayan yıldız adaylarının transferi konusunda ekonomik mücadelede biraz pasif kalınması maalesef bizi bir parça geride bıraktı. Bunun yanında Galatasaray’ı Galatasaray yapan alt yapının yüzüne de pek bakılmayıp, ligden küme düşen takımların oyuncularına veya kendi takımlarında tutunamayan isimlere yönelince “ya tutarsa” dualı transfer politikaları yerli oyuncu kalitemizin yıllar içinde düşmesine sebep oldu.
Geçmişi değil, bugünü konuşmak gerekirse belirli bir iskelet oluşturmak adına belirli adımların atıldığını görüyoruz. Muslera, Selçuk, kalırsa Melo, Elmander, Eboue gibi oyunuclar mevkilerinde yıllardır sıkıntı yaşadığımız ve bu sıkıntıyı uzun süre çözebilecek isimler. Bu çok olumlu bir başlangıç. Yıllardır patlama beklediğimiz ve kadromuzda biriktirdiğimiz oyuncularımızın performanslarını yeni teknik heyetle artıracağı varsayımı da bizi yine şampiyonluğun en büyük favorisi yapıyor. Fakat ilerisi için bunlar yetmez. Kadro kalitemiz hala istediğimiz seviyede değil. Özellikle Arda’nın da gidişiyle kaliteli Türk oyuncu sıkıntımız daha üst seviyeye çıktı. Altyapıdan çıkan Semih, Emre Çolak ve geçen sene A2 ligi şampiyonu takımdan belki bugüne kadar göremediğimiz 1-2 gencin daha takıma takviyesi şart. Bunun yanında mali açıdan sıkıntı yaratacak bile olsa ligimizde oynayan ve belirli bir tecrübeyi yakalamış Ozan İpek, Serdar Aziz (Bursaspor) H.Ali Kaldırım, Furkan, Eren Güngör, Ömer Şişmanoğlu (Kayserispor) Nizamettin Çalışkan, Yiğit Gökoğlan (Manisaspor) Murat Ceylan, Olcan Adın, Cenk Tosun (Gaziantepspor) Alper Potuk (E.Şehirspor) gibi oyunculardan birkaçını parayı düşünmeden kadromuza katmalı, gelecek planlamamızda düşünmediğimiz isimlerle yavaş yavaş yollarımızı ayırmalıyız.
Yabancı oyuncu olarak isim saymayacağım fakat menajerlik oyunlarında 10 yaşındaki bir çocuğun bile kullandığı “scouting” sistemini biz de artık hayata geçirmeliyiz. Bütün dünyayı araştırıp, alınabilecek yabancı futbolcuların istatistiki verilerini, sosyal yaşamlarını, sağlık raporlarını en ince ayrıntılarına kadar inceleyip transferi o şekilde yapmalıyız. Bugün Figo gibi bir isim Inter’in Avrupa temsilcisi olmuşsa, biz de Galatasaray gibi bütün dünyada tanınan bir kulüp olarak, eski futbolcularımız ve teknik adamlarımız vasıtasıyla dünyanın her yerinde temsilcilikler oluşturmalı, futbol okulları açmalıyız. Örneğin Erdal Keser gibi isimler aracılığıyla bütün Almanya ve gurbetçi gençleri araştırıp onları milli takımlardan bile önce keşfetmeliyiz, Prekazi – Hagi – Popescu – Stumpf – Falco Gotz – Kosecki – Taffarel – Kewell – Mondragon – Song – Souness ve sayamadığım daha pek çok isimden daha etkin bir şekilde yararlanmalıyız.
Son sözüm ise benim de içinde bulunduğum “taraftar”ımıza. Aslında uzun uzun yazmaya da gerek yok, adı üstünde “taraftar”. Olumlu ya da olumsuz her koşulda, hiçbir çıkar beklemeden bir “taraf”ı seçen ve o “taraf”ı sonuna kadar destekleyen bir kitle… Hele ki işin içinde Galatasaray gibi yüz yılın üzerinde bir ömre, şanlı bir tarihe, gelenek – göreneklere, büyük efsanelere sahip bir kulüp olunca işin rengi daha güzel, ciddiyeti daha fazla oluyor… Bizler “taraf”ımızı seçmişiz. Bizler Galatasaray taraftarıyız. Eğer yıl sonunda başarılı olmak ve bu başarıyı sahiplenebilmek istiyorsak TT Arena’yı doldurmalıyız, kendi stadımızda kendi oyuncularımızı ıslıklamayı bir kenara bırakmalıyız, geriye düştüğümüzde takıma yeniden itici güç ve moral olmalıyız ki gol attığımızda sevinebilmeliyiz, gücümüz yettiği oranda resmi ürünlerden satın almalıyız, Galatasaraylılık kavramını unutmadan kulübümüze destek olmalıyız. Hem de söylediğim gibi, koşullar ve şartlar her ne olursa olsun…
Özetlemek gerekirse; kulübü profesyonelce yönetebilirsek, gelirlerimizi katlayacak pazarlama adımları atabilirsek, takımı vizyona ve her disipline hakim bir teknik kadroya emanet edersek, futbol takımını uzun soluklu bir proje gibi görüp istikrarı sağlarsak, asla küçük düşünmeden her sene şampiyonlar liginde yer alacak bir takım kurarsak, alt yapıya ve Türk oyunculara daha büyük önem verirsek, yıldız denilen yabancıların yanına genç ve gelecek vadeden oyuncular ekleyip, bütün Avrupa için bir futbolcu fabrikası olarak anılırsak, kulübümüze daha fazla destek olabilirsek işte o zaman dünyanın büyük kulüpleriyle aramızda oluşan farkları kapatmaya başlar, aklımıza koyduğumuz büyük ve tarihi başarıları yakalayabiliriz.
Bunları gerçekleştirmenin ve daimi başarıyı yakalamanın yazmaktan daha zor olduğunun farkındayım. Ancak GALATASARAY olabilmek asla kolay değildir…
Saygılarımla,
Fırat ERÖZ