27
2011
Bu maça kadar çok az maçta hakemlere dikkat ettim. Bunlardan biri birkaç sene önce avrupada Baros'un bir pozisyonunda gözünün önündeki elle oynamayı/penaltıyı vermeyen, ne işe yaradığı belli olmayan 4. hakem. Diğeri çok daha önce gözünün önünde Ayhan'a ceza sahası içinde yapılan karete hareketine sesini çıkarmayan hakem. Bunların dışında şu an aklıma gelmeyen belki birkaç maç daha vardır.
Örneğin, Dünya kupasında Fransa'nın inanılmaz güzel bir golünü vermeyen hakemi de hatırlıyorum. Ama, o hata kısmen insani bir hataydı, televizyonların başından ancak yavaşlatılmış görüntüde çizgi kamerasıyla net bir şekilde gol olduğunu söyleyebildik. Hakemin olayların akışı içinde böyle bir imkanı yoktur. Görüntüyü yavaşlatamaz, tekrar izleyemez. O an ne algıladıysa onu algılamıştır ve en fazla 15 saniye içinde elindeki çok az veriyle bir değerlendirme yapıp karar vermek zorundadır. Hatta bu yanıyla futbolu akıcı, güzel ve insani kılan unsurlardan biridir. NBA'deki gibi, görüntüleri izleyen bir hakem komitesi tartışmalarının gündeme nadiren gelip kısa ömürlü olmasının sebebi de budur, futbolu mekanikleştirecektir.
Veya izleyen var mı bilmiyorum ama bu sezon oynanan Wolves - Sunderland maçında net penaltıyı ceza sahası dışında gören hakem de benzer bir "insan olmanın" "kurbanıdır". Nihayetinde, ne Fransa'nın başarısızlığı ne geçen senelerdeki GS'ın başarısızlığı, ne de hakemlere yüklenen başka takımların başarısızlığı çoğu kez aslında takımın kötü formuyla ilgili.
Maçlardan sonra hakemlerin konu olmasını da onaylamıyorum. Bir takım başarılıysa bunu öyle veya böyle lig usulu uzun vadeli fikstürlerde gösteriyor. Gerek oyunuyla, çoğu zaman da başarılı sonuçlarıyla. Bazı Galatasaray taraftarlarının ve sitelerinin (bu site dahil), Galatasarayın oyununu bırakıp, en ufak başarısızlığı bile ucu Fenerbahçe'ye dayanan geniş çaplı komplo teorileriyle uğraşması da bana yanlış geliyor. Abi, ne olur yapmayın, küçük düşüyoruz. Gerçekten büyük bir takımsak, bunlarla ne fail olarak ne de mağdur edebiyatıyla işimiz olmamalı. Komik görünüyor.
Antalya maçının sonucunun tek sebebi şudur: takımın ön hattında Selçuk, Engin, Kazım ve Riera oynuyor. Sezon öncesinde bunlardan kaliteli ve oyun çözecek yapıda olanlar kim diye sorulsaydı, çoğumuz gözümüz kapalı Riera ve Selçuk derdi. Ama Riera'nın formu düşük, Selçuk da Riera'yla kıyaslanmayacak kadar çok iş yapsa da, Trabzonspor'dan hatırladığımız öldürücü asistleri, arapasları, uzaktan vuruşlarını hala beklenen ölçüde gerçekleştiremiyor. Adaptasyon süreçleri daha sancılı geçiyor. Buna karşın Kazım ve Engin de beklenmeyen bir şekilde ön hatta çok daha fazla etkinlik gösteriyor. Antalya maçında ikisi de yoktu, pozisyon yoktu... Maçın sonucunun sorumlusu hakemler değildi!..
Gelelim dün oynanamayan(!) maça. Uzun süredir ilk kez, başlama düdüğünden itibaren bir maçı bu kadar acizce yönetemeyen(!) bir hakem görüyorum. Yine bunu komplo teorilerine, aleyhimizde oluşuna bağlamayı doğru bulmuyorum. Çünkü hakemin giderek acizleşmesini gözlerimle saniye saniye izledim. ilk altı dakikada aşağı yukarı 5 faul kararı verdi. Öyle anlar oldu ki, faul kararları 5 saniye arayla geldi ve top amerikan futbolu gibi duran toplarla kademe kademe 60 metre ilerledi. Bunların belki yarısı yanlış karardı. Spikerler bile isyan etti!
Düşünün, maça tüm olumsuzluklara rağmen iyi hazırlanmış bir takım. Maça baskılı başlıyor. Önde baskı kuruyor, istekli oynuyor. Oyunun kontrolünü eline alıp, topa sahipken akıcı ve paslı bir oyun oynamak istiyor. Ama, yaptığı her baskıda bir Gaziantepspor oyuncusu yere düşüyor, hakem de buna faul kararı veriyor. Öyle bir an geldi ki, Abdullah hoca'nın zemini de hesaba katarak baskı yememek için böyle bir yöntemi kasten seçmiş olabileceğini düşündüm.
Doğal olarak bu kadar motive olmuş bir takımın oyun akışı, bu kadar engellenince oyuncular gerilmeye başladı. 6. dakikada da Engin Trabzonspor dönemini hatırlatan bir kart gördü. Ama isyanında haklıydı, her pozisyonda hakem de düdüğüyle vardı. Kontrolsüzlüğünde ve kibirinde haksızdı, eski dönemlerini hatırlatıyordu.
Bu olaylar ister istemez oyuncuları hakeme karşı hırslandırdı. Oyuncular hırslandıkça taraftar, taraftar hırslandıkça oyuncular hırslandı. Hakem, Gökhan'ın pozisyonunda vermediği penaltı da dahil olmak üzere her pozisyonda maç yönetme acizliğini gösteriyordu. Bu gerilimin patlama noktası, belki hakemin savunma mekanizmasından: 45+1 - yanlış bir kırmızı kart. Zaten bu kadar gerilime sebep olmuşken bu hatalı kararla resmen savaş açtı. Maçın sonunda da futbol gündeminin odak noktası olmaya hatta bence ciddi bir ceza almayı haketti.
Ama ne olursa olsun, bu hakemin kendi acizliğidir. Dün ki maçın en önemli konusudur. Ama bunun sebebini komplo teorilerinde aramaya gerek yok. Sebebi açık: özel veya genel sebeplerden dolayı dün futbol maçı yönetmenin yanına bile yaklaşamayacak kadar beceriksiz olması. Daha önceki maçlarını bilmiyorum...
Şunu da eklemeden geçemeyeceğim: Zemine, 2 erken gelen sakatlığa, şanssız gollere, sezon ortalamasının üstünde oynayan bir Gaziantepspor'a, yoğun maç temposuna ve maç içinde Galatasaray'ı hedef alır hale gelmiş aciz bir hakeme karşı inanılmaz bir mücadele verdi Galatasaray takımı ve taraftarı. Mourinho'nun Inter'ini anımsattı.
Muslera'nın anlayışla karşılanabilecek tek hatası (topu sektirdiği pozisyon) ve Gökhan Zan'ın şans eseri verilmemiş bir penaltıya sebep olup hemen üstüne sakatlanması dışında eleştirilebilecek yanı yok Galatasaray oyuncularının. Riera ne kadar eleştirilse de, geçtiğimiz haftaların üstünde bir görüntü sergiledi ama takıma hala adapte olamadığı, ait hissetmediği çok açık. Ne takımın o hırsını paylaşabildi, ne de biz beraberliği yakaladıktan sonra takıma biraz olsun soğukkanlılık aşılayabildi. Kendini takımın bir parçası olarak hissetseydi öyle veya böyle insiyatif gösterirdi. Aynı şey bir bakıma Selçuk için de geçerli, yüz ifadesi diğer oyunculara kıyasla daha sakindi.. Bu takımda öncelikli hedef bu iki oyuncunun adaptasyonunun tam olarak sağlanması olmalı. Bu başarıldığı durumda takımın bu sezon ligde rakipsiz olacağına eminim (belki bir iki sorununu çözerse Trabzonspor...)
Teşekkür Ederim