08
2013
Bu günlerde takımımızda ve Türk futbolunda yeni bir devrin başlangıcına şahitlik ediyoruz. Yıllar önce Derwall ile kimliğini bulma, '96 döneminde kendisini kanıtlama süreçlerinden alnının akıyla çıkan sarı kırmızı sevdamız, şu an gözünü en tepeye dikmiş durumda…
Ben kamuoyunun Wesley Sneijder ve Didier Drogba transferlerini yeterince özümseyebildiğine inanmıyorum. Bu oyuncular şöyle tekniktir, böyle güçlüdür gibi şeyler söylemeyeceğim. Bunlar zaten yüzlerce kere yazıldı. Beni tatmin eden ve umutlandıran bu oyuncuların “winner” özellikleri… Türk futboluna daha önce de onlarca yıldız geldi. Hagi'ler, Anelka'lar, Popescu'lar, Ortega'lar, Jardel'ler, Roberto Carlos'lar, Alex'ler, Quaresma'lar… Hagi ve Alex gibi bazıları da takımlarına kattıklarıyla taraftarlarının sevgilileri oldular. Fakat Carlos haricinde bu oyuncuların hiçbir tanesi kariyerleri boyunca Sneijder ve Drogba'nın ulaştıkları seviyeye ulaşamadılar. Aynı seviyede bir yıldız olarak kabul edilebilecek olan Roberto Carlos'tan beklenti ise poziyonu itibarıyle sadece takıma hava katmasıydı. Sonuçta kimse bir sol bekten takıma tur atlatmasını beklemez.
Biz ise burada son 3 şampiyonlar ligi finalinin ikisinde takımlarına liderlik ederek (altını çiziyorum liderlik ederek) kupayı kazandıran; son dünya kupasında final oynayan takıma kaptanlık yapan, şampiyonlar ligi tarihinde +20 gol atmış oyuncular içinde en yüksek 4. gol ortalamasına sahip oyunculardan bahsediyoruz. Herkes kabul etmeli ki; Türk futbolu bugüne kadar bu çapta bir yatırım yapmadı.
Sonuç olarak her transfer bir yatırımdır ve her yatırım da risk içerir. Zaten tarafsız davranacağı konusunda hiçbir beklentimizin olmadığı Türk basını da hemen eleştiri yağmuruna başladı. “Asgari ücretin bu kadar olduğu ülkede bir adama yılda 4M€ verilir mi?” bile dendi tartışma programlarında. Kimse yıllardır Prens Emre'nin aldığı 3,5M€'luk ücreti hatırlatmadı.
Ama olsun… Biz Hagi'nin sarhoşluğunu, Popescu'nun bastonunu, Taffarel'in folluğunu da hatırlıyoruz.
Aradan geçen onca yılda biz taraftarlar da çok değiştik, geliştik. O dönemde kırmızı kazağını, sarı t-shirt'ünü giyen stada gelirken, bugün sezonun güncel formasını giymeyene garip bakılıyor TT Arena'da. O günlerde sadece derbi maçlarda dolan 25 bin kişilik emektar Ali Sami Yen Stadı'nın yerini; bugün Antalyaspor maçı öncesi bile bilet sitesi kilitlenen 52 bin kişilik TT Arena'ya bıraktı. Biz şehir dışından gelen taraftarlar bile kombine alıyoruz, her maça gelemeyeceğimizi bile bile.
Bunca değişikliğin yanında, tek bir figür var yıllardır değişmeyen, Fatih Terim… Camiayı birleştirip TT Arena'yı sadece yapısıyla değil müzesiyle de hak ettiği yer olan Old Trafford, Nou Camp, Anfield gibi benzerlerinin yanına taşımak için belki de en çok ona güveniyoruz zaten…
ultrAslan'ın meşhur pankartında yazdığı gibi…
Yürüyedur Galatasaray, yolun açık olsun…
Hepinizin sarıyla yaşaması, kırmızıyla yaşlanması dileğiyle…