05
2012
Cluj maçında vuku bulan drenaj sorununun tam olarak neyden kaynaklandığını Galatasaray kulübü bilimsel çalışmalarla araştırıyor. Bu yüzden bu konu hakkında konuşmanın henüz erken olduğu düşünüyor ve yapılan bazı yorumları da son derece ''art niyetli'' buluyorum. Sonucu bekleyip görmekte yarar var.
Bazı arkadaşlarımız ise ''fırsattan istifade ederek'' lafı dönüp dolaştırıp siyasete getirdiler. Konumuz drenaj olmasına rağmen çok farklı konularla siyasetin içine girildi. Editör de ''vatanı satmak'' kelimeleri dahil olmak üzere yazılanların hepsini onayladı. Ben ise böylesi bir ithamın çok ağır olduğunu düşünüyorum. Fakat herkes aynı şeyi düşünmek zorunda da değil, farklı düşünmekte özgürüz. Ancak ne var ki, demokrasi ve adalet gereği bir düşünce onaylanıyorsa, o düşünceye karşıt bir düşünce de onaylanabilmeli. Bunu istemek de benim en doğal hakkım olmalıdır.
Amacım siyasetin içine girmek değil, sadece ağır bir ithama cevap verip bu konuyu tamamen kapatmaktır.
Siyaset aslında iki ucu keskin bıçak gibi derin bir konudur.
Bazen azınlığı çoğunluğa tabi tuttuğunuzda, azınlığa cenneti yaşatabilirsiniz. Ki siyasette esas olan da böylesi bir dengeyi yakalayabilmektir. Osmanlı'nın 600 yıllığa yakın hükümdarlığındaki 36 azınlığa yaklaşımını buna örnek olarak gösterebiliriz. Buna göre bu azınlıklar ne İngilizler gibi sömürge ilan edilmiş, ne onların konuştukları dillere, ne de maneviyatlarına karışılmıştır.
Bazen ise sadece çoğunluğun haklarını gözetir ve azınlığı da baskı ve zorbalıkla ötekileştirir, onları tamamen hiçe sayarsınız. Bu da siyasetin en kötü olanıdır. Bulgaristan Türkleri'ne yapılanlar böylesi bir anlayış için verilebilecek en iyi örneklerden birisidir. Buna göre Türklerin isimleri zorla Bulgar ismi yapılmıştır. Türkçe konuşmak, erkek çocuklarının sünnet edilmesi, camilerde namaz kılınması ve Kuran okunması da yasaklanmıştır.
Türkiye'nin yakın tarihindeki temel sorunlarının da bu baskı örneklerinden bir farkı yoktu aslında. Temel fark azınlığın baskı altına alınması değil, yönetim anlayışı gereği, halkın iradesi önemsenmeksizin, %99 oranındaki çoğunluğun yani bir milletin baskı altına alınmasından kaynaklanıyordu. Bu ise yönetimin milli iradeyle aynı frekansta olmaması, halkıyla aynı dili konuşmaması, dolayısıyla kendi halkına zulmetmesi anlamına geliyordu.
Fransa'nın ateizme hizmet eden laiklik anlayışı gereği, İslam evrensel bir din olmasına rağmen ezan Türkçe okundu. Kuran kursları kapatıldı. İmam Hatip Okulları'nın ortaokul bölümü kapatıldı. Askerde namaz kılamadık ve birçok kişi askerde namazlarını bırakmak zorunda kaldı, bazıları ise gizli gizli kıldı. İnançları gereği örtünen bayan kardeşlerimiz üniversite kapılarından çevrildi, resmi dairelerde çalışamadı. Müslüman'dık fakat Müslüman'ca yönetilemiyorduk. Cuma namazına gitmek için bile Cuma saatinde birilerinin gözüne baktık durduk yıllarca...
Millete yapılan bu zulmün nedeni tamamen yanlış anlaşılan laiklik kavramından ileri geliyordu. Buna göre laiklik sadece din ve devlet işlerinin ayrılması değil, milli iradeye ters düşecek bir şekilde dinin toplumsal kurallarının da toplumdan ayrıştırılması, hiçe sayılmasıydı aynı zamanda... Algı buydu maalesef.
Sonra laikliğe karşı olan refah partisi gibi partiler kuruldu. Toplum daha çok ayrıştı. Sağcılık ve solculuk kavramlarıyla boğuştuk yıllarca, birbirimizden daha çok uzaklaştık. Daha sonra da demokrasi ve ileri demokrasi kavramları ortaya atıldı. Ki asıl çözüm ve uzlaşma da buydu aslında.
Böylece ileri demokrasi gereği Fransa'nın ateizme hizmet eden laiklik anlayışı şekil değiştirecekti. Buna göre din, sadece kişinin vicdanına hapsedilmeyecek, milletin iradesine önem verilerek dinin toplumsal kuralları da toplumdan ayrıştırılmayacaktı. Nasıl ki dini bayramlar resmi tatil ilan ediliyorsa, en basit örnekle Kuran öğrenmek isteyen, Kuran dersini seçebilecekti, istemeyen seçmeyecekti. Herkesin temel hak ve hürriyetlerine saygı duyulacak ve herkese de seçme özgürlüğü tanınacaktı. Ateizmi esas alan laiklik anlayışı yerini ileri demokrasiyi esas alan laiklik anlayışına bırakacaktı. Böylece yıllarca birbirimizle tartışadurduğumuz kavramlar sona erecek, baskı ve zulüm de artık bitecekti. Birbirimize saygı duyarak barış içerisinde yaşayabilecektik...
Bu mudur vatanı satmak? Bunu istemek midir vatana ihanet etmek?
İdeolojiden, o bahsedilen icraatlara geçecek olursak, tarım ve hayvancılık sektöründen, sağlık sektörüne varıncaya kadar tek tek olayları incelemeye gerek duymuyorum. Eskiden de zamlar vardı şimdi de zamlar var. Zaten sorun aradığınızda istediğiniz kadar sorun bulabilirsiniz. Çünkü yıllardan beri alt yapısı kurulamamış bir ülkeden bahsediyoruz. Mesela ulaşıma tonlarca para harcandı fakat hala ulaşım ağı tamamlanabilmiş değil. Bu bir süreç meselesi. Esas hedef 2023'te dünyanın ilk 10 ülkesi arasına girebilmek. Bunun için sanayileşmek, dışarıya bağımlı olmadan kendi uçağından, kendi arabasına varıncaya kadar üretmek ve markalaşmak gerekiyor. Fakat ben şu aşamada sadece şuna bakarım:
Türkiye'de halk özgürlüğünü yaşayabiliyor mu ve Türkiye ekonomisi her yıl büyüyebiliyor mu?
Amaçlanan ileri demokrasi gereği bu millet artık baskılardan kurtulmuş ve özgürlüğünü de yaşayabiliyor durumda ve inşallah daha da iyi olacak. İstatistiklere baktığımızda ise geçen yıl Çin'in 9.2 oranıyla büyüme hızı olarak dünyada birinci, Türkiye'nin ise 8.5 oranıyla büyüme hızı olarak dünyada ikinci ekonomi olduğunu görüyoruz. Başka da bir lafım yoktur.
Düşüncelerimi açık açık dile getirdim. Bir daha siyaset konuşmak istemiyor ve bu konuyu da burada kapatmak istiyorum. Sizden de aynı olgunluğu bekliyorum.
Umarım en kısa zamanda Galatasaray Kulübü drenaj sorununun neyden kaynaklandığını açıklar ve hepimiz de rahatlarız. Böylece iki ucu keskin bıçak olan bu tartışma da artık yerini futbola bırakmış olur.
İmza: a-scorpion
Sevgiler...