22
2015
“Hiçbir oyuncu takımdan büyük değildir. Oyuncu gider, fakat takım kalıcıdır.”
Takımlar oyunculardan oluşur. Ve takımın ismi anıldığında oyuncu, oyuncunun ismi anıldığında akla takım gelir. Nasıl ki Messi denilince Barcelona, İbrahimoviç denilince PSG geliyorsa; Real Madrid denilince Ronaldo, Roma denilince Totti akla gelir. Fakat yukarıdaki söz en çok ülkemizde kullanılıyor desek yanlış olmaz. Örneğin, FB’nin GS’ın gölgesinde tamamen kaybolmasını engelleyen oyunculardan Alex, aziz ve muhterem başkanın hışmına uğramış ve bir kalemde çizilirken bu cümleler çok yerde kullanılmıştır. Fakat taraftar, başkanlarına rağmen Alex’i unutmamış; onun heykelini dikmiş ve her başarısız sonuçta tribünler onun adını haykırmaya devam etmiştir.
GS’da da unutulmaz oyuncular olmuştur. Bizden önce oynamış ve bir efsane haline gelmiş Metin Oktay unutulmazlardandır. Ben vefatından birkaç yıl önce bir programda, kundura ayakkabıyla önüne baraj kurulmuş bir kaleye ard arda attığı frikik golleriyle onun ne kadar büyük bir oyuncu olduğuna şahitlik etmiştim.
Bizim yaşlarımızda olanlar (ki 35-45 yaş arası olanlar…) Fatih Terimi ve Cüneyt Tanman’ı zar zor hatırlarlar. Fakat Simoviçli, Tanjulu , Yusuf Altıntaşlı, Uğur Tütünekerli, Prekazili takımı hatırlarlar. Daha sonra Feldkamp’ın kurduğu Falcolu, Stumpflu, Okanlı, Suatlı, Bülentli, Tugaylı, Hakan Şükürlü kadroyu hatırlarız. FB stadında GS bayrağını diken ve kupayı alan Graeme Sounessli takımı da hatırlarız. Dört sene üst üste şampiyon olduktan sonra UEFA Kupası’nı alan Fatih Terim’in Tafarelli, Hagili, Popesculu, Ümitli, Hakan Ünsallı, Fatih Akyelli ,Hasan Şaşlı kadroyu ve de Lucescu’nun UEFA Süper Kupa’sını alan Mario Jardelli kadroyu da hatırlarız.
Kimler geldi, gerçekten de gittiler. Bu oyuncular artık ya yorumcu ya menejer ya da teknik direktör olarak yaşamlarına devam etseler de bizde güzel hatıralar bıraktıkları için birer efsane olmayı hak etmişlerdir. Fakat yerleri hep dolmuştur. Tanju’nun yerini Hakan Şükür; Cüneyt Tanman’ın yerini Bülent Korkmaz; Taffarel’in yerini Mondragon doldurmuştur. Fakat yine de bugün olsalar mutlaka oynarlardı denilen oyuncular da vardır. Örneğin Hakan Ünsal: GS, ondan sonra asla doğru dürüst bir sol bek bulamamıştır. Yine Hakan Şükür rakiplerin korkulu rüyası olmuştur. Hasan Şaş gibi efektif, Okan-Suat kadar dinamik ve mücadeleci bir ikili hala hiçbir takımda yoktur. Melo’nun yerinin dolup dolmayacağını hep beraber göreceğiz. Sadece GS’da mı? FB, Rıdvan Dilmen’in, BJK Metin Ali Feyyaz’ın, TS, Hami, Şota, Orhan Çıkrıkçı ve Abdullah Ercan’ı hala aramıyor mu? Bugün gelseler hemen takıma almak istemez miyiz?
GS, Fatih Terim’in üçüncü gelişinde (2011-12 sezonu) takımında iki tane golcü buldu. Birisi 2008 yılından beri takımda olan Milan Baroş ve Fatih Terim takımın başına geçmeden önce transfer edilen ve Terim’in başlarda istemediğini açıkça söylediği ve sonradan bu sözleri söylediğine pişman ettiği Johan Elmander. Çok iyi başlayan ve dinamizmle, mücadelesiyle gönüllere taht kuran takımın forvetleri de sezona iyi başlamışlardı.
Milan Baroş, 2009-10 sezonunda FB maçında Emre B.’nin darbesiyle sakatlanmıştı. O dönem ara transferde yerine bir oyuncu alınmadığı için yeri doldurulamamış ve çoğu taraftar için şampiyon olunamamasının nedeni olarak görülmüştü. Fatih Terim, 2011-12 sezonunda aynı hataya düşmedi. Ara transferde yabancı bir golcü arandı, fakat bulunamadı. Takıma Antalyaspor’dan eski GS’lı oyuncu Necati Ateş dâhil edildi. Necati Baroş’un boşluğunu çok iyi doldurmuş ve FB’nin evinde karanlıkta şampiyonluk kupasının kaldırılmasında büyük rol oynamıştı.
2012-13 sezonunu başında Burak Yılmaz ile TS ile yollarını ayırmaya karar verince ve Rus takımıyla anlaşamayınca GS devreye girdi ve transferi noktalamayı başardı. İlk izlenim, Baroş’un yerini çok iyi dolduracağı ve Elmander ile iyi bir ikili olacakları yönündeydi. Başta bu düşünce tuttu da. Fakat devre arasında Drogba transfer edilince Burak Yılmaz’ın gerçek yüzü ortaya çıktı. Drogba’nın transferini kabullenmekte zorlanan Burak’ın, takımda kendisinden daha iyi değil, eşdeğer bir golcünün varlığına bile tahammülünün olmadığı ortaya çıktı. Bu yüzden Umut Bulut’un transferine ses çıkarmazken, Drogba’da nerdeyse açık açık itirazını ortaya koydu. Fakat olan olmuştu. Drogba’nın olgun ve babacan yaklaşımı Burak’ın fikrini değiştirse de Fatih Hoca’nın onu kanatlarda değerlendirme isteği oyununu da olumsuz etkiledi.
2013-14 sezonunda Drogba’nın takımdan ayrılması ile Burak takımın forvetteki tek seçeneği oldu. Bir çok kişinin forvet transfer edilmesinin gerekliliği üzerinde dursa da bu transfer bir türlü gerçekleşmedi. Bunda Umut Bulut’un takımda olması da etkili oldu. Fakat futboldan anlayan insanlar bu ikilinin GS’ın forveti olamayacağını söylemelerine rağmen ne teknik direktör ne de yönetim alternatif bir isme yönelmediler. O sezon şampiyonluk FB’nin olurken tek suçlu olarak forvetin yetersizliğini göstermek her ne kadar yanlış olursa da bundan bir ders çıkarmak gerekliliğini de beraber getirmişti.
2014-15 sezonu başında takımın başına Prandelli getirildiğinde bu gereklilik bir mecburiyete dönüşmüştü. Transfer döneminde forvet pazarının darlığı ve son yıllardaki “İki ay uzun bir süre. Bekleyip en iyisini alacağız” mantıksızlığının sonunda son anda Pandev transfer edilmiş ve takım yine Burak Yılmaz’a mahkûm edilmişti. Prandelli’nin ayrılmasından sonra yerine geçen Hamza Hoca, elindeki üç forvetin yanına bir forvet daha almak istememesi ve elindeki oyuncu havuzuna güvendiğini göstermek istemesi neticesinde gelen şampiyonluk Burak Yılmaz’ın yerini daha da sağlamlaştırdı.
İnsanlar unuturlar. Bunun için yukarıdaki yazıyı yazmak durumunda kaldım. Bugün, takımı Burak Yılmaz’a mecbur hale getirenler takım için bir AÇMAZ haline sokanlar için yazının ilk cümlesini hatırlatma gereği vardır: “Hiçbir oyuncu takımdan büyük değildir. Oyuncu gider, fakat takım kalıcıdır.” Bunu Hakan Şükür için hiç kullanmadım. Hakan Şükür’ün gol atamadığı, saç baş yoldurduğu, formsuz zamanları olmadı mı? Evet oldu. Fakat hakan Şükür’ü Hakan Şükür yakan sadece gol atması değildi. O takımı için 90 dakika mücadele eder, sonuna kadar koşardı. Rakip takımlar çoğunlukla onun için iki defans oyuncusu görevlendirir ve maçın sonu kadar Hakan Şükür onlarla mücadele ederdi. Hakan GS’dan ayrıldığında tıpkı bugün Melo ayrıldığında olduğu gibi FB ve BJK olmak üzere rakiplerin bir göbek atmadıkları kalmıştı. Fakat Hakan Şükür hiçbir zaman kapris yapmamış, hocasının elini itmemiş, takım arkadaşları arasında gruplaşmaya neden olmamış ve istemediği oyuncuyu da dışlamamıştır. Hiçbir zaman “biz olmasaydık bu takım şampiyon olamazdı” dememiştir. Goller attığı ve yıldızlaştığı maçlardan sonra bile takım arkadaşları ve hocasına vurgu yapmaktan geri durmamıştı. Onun ötesinde takımına tahakküm etmemişti.
Burak Yılmaz, GS’ın AÇMAZI haline gelmiştir. Üstelik transfer olduğu ilk günden bu yana bu böyledir de. Hakan Şükür kadar maç kazandırmış mıdır? Hayır! Geçen sezon maç kazandırdığı ligde 2-3 maçı geçmez. Pandev’in 9 gol attığı kupa elemelerinden sonra finalde Bursa maçında kusursuz bir oyunla kupayı neredeyse tek başına almıştır. Fakat bir sezonda tek maç… GS’ın sezon sonuna kadar aynı performansı gösterecek bir golcüye ihtiyaç vardır. Bunu Hamza Hoca da biliyordu. Fakat basında forvet adaylarının ismi geçtikçe Burak Yılmaz, tripten tribe girdi. Podolsky’nin transferi bile istemedi. Zaten transfer yapma sıkıntısı olan takım kucağına kadar gelen Mario Gomez’i almadı. Böylece takım; şampiyonlar liginde oynayacak takım Burak Yılmaz’a mahkûm edildi.
Takım savunmasına yardımcı olmayan, rakip defansın tutmakta hiç zorlanmadığı, ayağında top tutamayan, adam geçemeyen, buna karşın hep topları ayağına isteyen bir oyunun değeri ne olabilir ki? West Ham ona 7 milyon Euro teklif etmişti. Demba Ba’ya 14 milyon Euro verildiği piyasada Burak Yılmaz’ın değeri de 7 milyon Euro… Burak Yılmaz’ı küstürmemek için hiçbir forvet almayan teknik direktör ve yönetim bugün gelen (22.09.2015) haberle umarım başlarını taşa vurmuşlardır. Şimdi bizim takımımıza layık görmediğimiz Burak Yılmaz da sakat. Futboldan anlamayan bir yönetici bunu için bile, sakatlık ihtimaline karşı bile bir forvet alması gerektiğini bilir. Alınmayınca takım formsuz Podolsky’ye, Burak’ın yarısı bile yeteneği olmayan fakat Burak’tan beş kat çok koşan ( boşuna koşan) Umut Bulut’a kaldı. Şimdi duamız genç Sinan Gümüş’ün eline geçen fırsatı değerlendirmesi.
İşte bir oyuncuya haddinden fazla değer verirseniz takımızı bu AÇMAZ a sokarsınız. Takımınız o oyuncuya bağımlı hale gelir. Ne onu satabilirsiniz, ne gönderebilirsiniz, ne de yanına bir oyuncu alabilirisiniz. Ayrıca, oyuncuya bir alternatif göstermezseniz oyuncunun kendini geliştirmemesine neden olursunuz. Sonra oyuncu kendini takımın üstünde görmeye başlar. Bu vehimle yedek oturmak istemez, oyundan alınınca hocasına tepki gösterir, takım arkadaşları arasında gruplaşmaya neden olur, istemediği oyuncuyu sattırır ve oyuncunu alınmasını engeller. Daha kötüsü hocasını göndermek için maçlarda mücadele etmez.
Bugün GS’ın içine düştüğü AÇMAZ bu şekildedir. Umarım Hamza Hoca devre arasında iyi bir forvet bulur. Zira GS’da çok rahat oynayacak ve alınması da çok zor olmayan pek çok forvet yeni takımlarla anlaştılar. Bu şu anlama geliyor: Yine Burak Yılmaz’ın ellerine kaldık. Veya bir Pandev vakaası daha yaşayacağız. Hamza Hoca’ya haddim olmayarak bir tavsiyede bulunayım: Şimdiden devre arası için bir forvet aramaya başlamalı. Yoksa aldığı 3 kupa onu takımda kalmaya yeterli olmaz.