02
2016
Aslında bir takımın ard arda defalarca şampiyon olması gıcık bir durumdur. Porto, Portekiz liginde ard arda 5 yıl; Lyon Fransa'da 7 yıl; Glaskow Rangers İskoçya'da 8 yıl ard arda şampiyon olduğunda gözler Benfica, Bordeaux, Marsillia ve Celtic'i aradı. Mancester United'in, Bayern Münich'in veya Barcelona'ın liglerini domine ettiklerinde de hep Arsenal, Chelsea, Borissia Dortmund veya Real Madrid'in bu hegemonyayı ne zaman kıracakları konuşuldu.
Dört sene üst üste şampiyon olup ardından Avrupa'dan da iki kupa ile ülkeye döndüğümde Galatasaray'dan başka bir beklentimiz de kalmamıştı. Artık başka takımlar da çıkıp rekabet ortamını kızıştırmalıydı. Beşinci şampiyonluk, GS taraftarı dışındaki takım taraftarlarının futboldan soğumasına neden de olabilirdi. Bundan dolayı, üst üste GS'ın şampiyonluğundan sonra FB ve taraftarının günlerce ve çılgınca şampiyonluğu kutlamalarına ses çıkarılmadı. Ama bir GS taraftarı her zaman şampiyonlukları bir FB taraftarı kadar çılgınca ve günlerce kutlamaz zaten. Zira şampiyonluk, bir araçtır. Avrupa sahnesine çıkıp, ülkemizi gururla temsil etmeyi, Avrupa'dan bir kupa daha getirme ihtimalini düşünür Galatasaraylı.
Bundan dolayı, bu yılki şampiyonluğun; özellikle de 4.yıldızdan sonraki o kadar da önemi yoktu. Bizim takımımız, rakibini hakem veya şansla yenip karşı teknik direktöre "Şans (veya hakem) onları yanındaydı" dedirtmeyecek şekilde oynamalı. Rakibine maç başlamadan psikolojik üstünlüğü kurmuş, rakibini sahasına hapsetmiş, sürklase etmiş, oynadığı mücadeleci futbol ile mest etmiş bir futbol beklentisi vardır taraftarda. Bunu da bir kaç yıldır göremiyoruz. Rakip sahaya çıkarken hep bir golü mutlaka atacağının; eğer yese bile bir beraberlik alacağının inancı ve motivasyonuyla çıkıyor artık karşımıza. Geçen yılki şampiyonlukta da aynı durum geçerliydi.(Önceki yazılarımda bunları anlattığım için uzatmayacağım.İsteyen önceki yazılardan okuyabilir)
Bu sezonun dönüm noktası, 4-3'lü Rize maçıydı. Hatta bu maçın 15.dakikasıydı. İlk 15. dakikada rakibini sürklase eden, 1-0'da önde olan takım, Selçuk İnan'ın sakatlanmasıyla birlikte yediği gollerle birden tepe taklak oldu. Hamza Hoca, takımı buraya kadar getirmişti. Takımı şampiyon yaptığı sezon da fahiş hatalar yapmışı. Yürüyen takıma kendi çelme takmış ve puanlar kaybedilmesine neden olmuştu. Lakin onların bir şekilde telafisi olmuş; buna da rakiplerin oynadıkları kötü futbolda yardımcı olmuştu. Bu sezon ise yapılamayan transferlerin etkisi bariz olarak görüldü. Melo'nun yerine kimse alınamadı. Fakat bu , Hamza Hoca'yı orta sahada topu sürekli ayağında tutan bir takım oluşturmaya itti. Bunun zirvesini de Rize maçının ilk 15 dakikasında gösterdi. Diğer bariz eksikler ise sağbek ve forvetti. Sabri, oynadığında sürekli sağ bekten pozisyon vermesi ile takım savunmasında zafiyete neden oluyordu. Hamza Hoca, onu sağ açıkta bile oynattı. Zaten geriye zor dönüyordu. Yaptığı tüm ortalar, eski tabirle "ortaya atılmış uzun toplar"dı. Günümüzde açık oynayan oyuncular bu tip ortalar yerine uzun, adrese teslim paslar atıyorlar. Sabri ne yetenek olarak ne de zihinsel olarak bunları yapamayacağını bize defalarca ispatladı. Gerçek bir gerekçe gösterilmeden takımdan gönderilen Eboue'nin ahı mı tuttu diye düşünüyoruz. Fakat o bölge hala problem var ve problem çözülemedi. Diğer önemli eksiklik forvette. Burak'ın triplerinden dolayı bu takıma bir forvet alınamadı. Adam, resmen takımı tehdit etti ve forvet alınamadı. Podolski'yi forvette oynatmayı düşündüğünü söyleyen Hamza Hoca, görevde kaldığı sürede bunu sadece bir maç denedi. Daha çok da Umut Bulut'u forvette tercih etti. Ve korkulan oldu, Burak sakatlandı. Zaten doğru dürüst bir forvet görüntüsü vermeyen, sürekli topu önünde isteyen, rakip defans oyuncularının marke etmede zorlanmadığı, sürekli ofsayta düşen, ceza sahasında en ufak bir temasta kendini yere bırakan Burak'a bir alternatif de bulunmuştu. Fakat, onu da BJK'ye salakça kaptıran yönetim, kendini Burak'a mecbur etti.
Sonuç olarak yapılmayan transferlerin faturası Hamza Hoca'ya kesildi. Fatih Terim'in sözlerine tahammül göstermeyen yönetim anlayışı, bir yıl boyunca kendisini yönetimin önüne siper eden hocanın sözlerini çarpıtarak önüne koydu ve takımdan gönderdi. Yerine ise basının çook sevdiği, her büyük takımın antrenör ihtiyacında kendisini o takıma teknik direktör yapmaya çalıştığı Mustafa Denizli GS'a pompalandı. Görünen köy kılavuz istemezdi, ve sonuç da şaşırtıcı olmadı. Erman Toroğlu'nun tabiriyle: Denizli, takımı içinde bulunduğu durumdan daha iyi duruma getirilsin diye takımın başına getirilmişti. Fakat Denizli takımı gömdü ve üzerine beton attı.
BJK genç ve dinamik takımıyla, FB ise yıldızlar topluluğuyla puan farkını kapatılmayacak noktaya getirdiler. Dediğim gibi takımımızdan her yıl şampiyonluk beklemiyoruz. Lakin, bizleri sadece FB, BJK veya TS'un değil diğer takımların önünde de rezil etmesinler. Özellikle de Avrupa sahnesinde... Devre arasında transfer edileceği konuşulan bir çok oyuncu var. Bunların bir kaçı alınacak gibi. Fakat, 3. olacak ve de 3. olması kesin olan bir takıma oyuncu alarak zaten parasal yönden sıkıntılı olan bir kulübe daha fazla yük getirmemek lazım. Mustafa Denizli, futboldan anlayan birisinin takımın başına getirebileceği bir hoca değil. Üstelik kendisinden bir mucize beklenebilecek bir hoca hiç değil. Fakat ne vizyonu, ne de liderlik olarak bir takımı çalıştıracak kapasitesi yok. Futbol bilgisi, 1990'larda kalmış ve kendisini de bu konuda geliştirememiş birisi. Zaten,başarı olarak gösterilecek üç lig şampiyonluğundan başka bir başarısı da yok. O başarıları da tartışılır. Zira üst üste 2 şampiyonluğu yok. Ve hiç bir futbolcunun kendisi için mücadele edeceği bir lider görüntüsü de yok. Buna rağmen lig sonuna kadar takımın başında kalması, istikrar açısından önemli.
Bundan sonra atılacak adımlar gelecek sezonun planlaması niteliğinde olmalı. Gelecek sezon için şimdiden bir teknik direktör belirlenerek anlaşılmalı. Eğer bir hata edilip Mustafa Hoca'ya bir yıl daha şans verilmeye kalkışılırsa o da sezon ortasında işi bırakıp, takımın bir yılını daha heba edecektir. Bu açıdan genç ve başarıya aç bir teknik direktör belirlenmeli. Kimsenin düşünmediği ve İsviçre liginde kendini ispatlamış Murat Yakın iyi bir tercih olabilir. Türkiye ligine de yabancı değil. Kendi ligimizden ise Abdullah Avcı iyi bir tercih olabilir. Transfere gelecek olursak: Sağ bek için genç birisi bulunabilir. Eğer "şimdi" alınacaksa ve de kimse bulunamazsa Eboue, tekrar takıma döndürülerek geçici bir çözüm üretilebilir. Önliberoya Donk alınmış. Fakat Raheem Lawal ve Nuri Şahin gelecek sene takımda düşünülmeli. Zira Lawal kaliteli bir oyuncu. Nuri Şahin ise Borissia Dortmund'da görevini tamamladı. Onun için de iyi bir değişiklik olur. Forvete ise bu sezon için bir çözüm önermiyorum. Fakat gelecek sezon için Eren Derdiyok ve alınabilecekse İmobile... Bu ikisi dışında sırtı dönük de oynayabilen, fiziksel olarak güçlü bir oyuncu olmalı. Mesela Nicolas Bentner veya Toivonen gibi. Burak Yılmaz, yedek beklemekte sıkıntı yapmazsa tutulabilir. Yoksa gönderilmeli. Umut Bulut'a, Sabri'ye teşekkür edilmeli. Tarık Çamdal, 2 yıldan az olmamak şartıyla bir takıma kiralanmalı ve tecrübe kazanması sağlanmalı. Ve diğer mevkilere yaşı en fazla 24 olan, mümkünse yerli, aç oyuncular alınmalı. Muslera, Sneijder ve Chedjou'yu bu seneden sonra takımda tutmak zor olacaktır. Şimdiden onların yerine en az ikişerli alternatifler bulunmalı.
Bu yıl takım için bir dönüm noktası. Takım, ligdeki en yaşlı kadrolardan birisi ve şampiyonluktaki rakipleri içinde de en yaşlısı. Bu sene şampiyonluk gelmezse yeni ve genç bir takım oluşturmak gerekecek. Takımda misyonunu tamamlamak üzere olan ve yaşları 30'a dayanan oyuncularla artık bir şampiyonluk ya yaşanır yaşanmaz. Takımın mali durumunu da düşünecek olursak, birden bir revizyon yapmak zor. Onun için yavaş yavaş kadro yenilenmesine gidilmeli. Şimdiden Hakan Balta, Selçuk İnan, Burak Yılmaz, Sneijder'in yerlerine alternatifler aranmaya başlanmalı. Genç, inatçı, mücadeleci bir kadro oluşturmaya başlanmalı.
Başta dediğim gibi, her yıl şampiyonluk beklemiyoruz. Fakat, rezil bir futbol da izlemek istemiyoruz. Bizim için, kendi onurları için ve takımları için sonuna kadar mücadele etsinler yeter. Zaten şampiyonluklar böyle gelmiyor mu?