08
2020
Şimdi neresinden başlasam bilemiyorum. Uzun zamandır yazmıyordum. Ama öyle şeyler yapılıyor ki yazmak zorunda kaldım. Daha önce takım planlaması ve transfer stratejisi hakkında defalarca yazdım. Hiçbir değişiklik yok. Aynı şeyleri yapıp farklı sonuçlar beklemek aptallıktır. Aynı aptallığı şu an için ben de yapıyorum. Ne kadar yazsam da kimseye ulaşmıyor ve hiçbir şey değişmiyor.
Yazı uzun olacağı için önden belirteyim, Götze sahada bırakın koşmayı yürüyemiyor bile.
Ciddi bir hastalığı olduğu söyleniyor. Eğer böyle bir düşünce varsa baştan vazgeçin. Yoksa Falcao gibi kenardan sezonu geçirir. Neyse biz asıl konumuza dönelim. Madde madde herkesin anlayacağı dilden anlatayım. Çünkü ülkemizde kime sorsan futbolu bilir. Fakat bana kalırsa yüzde onu geçmez.
Şimdi hızlandırılmış futbol kursuna başlayalım.
Futbol nedir?
Öncelikle futbol topla oynanan fakat sonucu topsuz oyunun belirlediği bir spordur.
Şaşırdınız mı? Dünyanın en çok topla oynayan takımında, dünyanın en çok topla buluşan oyuncusu olsanız bile doksan dakikada topun ayağınızda kalma süresi maksimum üç dakikadır. Sizi iyi bir oyuncu yapan da geri kalan seksen yedi dakikada ne yaptığınızdır. Fakat bizde oyuncu eğitiminde daha çocukluktan itibaren topla yapılan öğretiler verilir. Topsuz oyunda ne yapmaları gerektiği söylenmez. Çünkü antrenörlerin de çoğu topsuz oyunu bilmez.
Basit bir örnek vereyim stoper eğitimde oyuncuya rakibin ters ayağına doğru zorlaması gerektiği öğretilmelidir. Mesela Emin Bayram Trabzon maçında Sörloth’un sol tarafını kapatacak şekilde pozisyon alsa o golü yemezdik. Bu Emin’in suçu değil ona öğretmeyenlerin suçu.
Sonuç olarak topun olduğu yere değil topun olmadığı yerlere odaklanmak gerekir. Topla ne yaptığınızdan önce topla nerede ve nasıl buluştuğunuz önemli. Topu aldıktan sonra değil daha top gelmeden sahanın ne kadarını görebiliyoruz bu önemli.
Neyse bu bölümü kısaca kapatalım yoksa bu uzadıkça uzar.
Futbolda ekonomi nedir?
Temel bir ticarethane olarak düşünelim. Ürün nedir? Sattığınız eşya ya da hizmettir. Futbol temelinde spor olsa da son yıllarda eğlence sektörü olarak görülüyor. Ve insanların eğlenebilmesi için başarı şart. Yani kısaca ülkemiz futbolunda takımlar taraftarlarına eğlence hizmeti veriyorlar. Asıl mesele de burada başlıyor. Verdiğiniz hizmetin karşılığını ekonomik olarak alamazsanız ne yaparsınız? Hizmete devam mı edersiniz?
Sattığınız ürün forma reklam maç günü gelirleri verdiğiniz hizmeti karşılamıyorsa daha açıkça belirtelim zarar ediyorsanız dükkanı kapatırsınız.
Kulüplerimizin yaşadığı açmaz da tamamen bu. Peki ne yapmalı? Verdiğiniz hizmetin yanına bir de ürün eklemelisiniz. Futbolun ürünü de tabi ki futbolcunun kendisi.
Futbolcu yetiştirip satamayan hiçbir kulübümüz yönetilemez.
Eninde sonunda batar. Diğer seçenek ise verdiğiniz hizmetin kalitesini düşürürsünüz. Bu da başarısızlık demek. En doğrusu ise ikisini de dengelemek. Kusursuz olanı ise düşük maliyetle kaliteyi yükseltmek. Bunun içinde malum scout sisteminiz iyi olmalı.
Peki Scout sistemi nedir?
Türkçesi oyuncu izleme ekibi. Ülkemizde uygulanış şekli oyuncu iyi mi kötü mü onu belirleyen birim. Olması gereken ise ki aşağı yukarı futboldan anlayan herkes bir oyuncunun yetenekli olup olmadığını birkaç maçta anlar, oyuncunun gelişip gelişmeyeceğini anlamaktır. Bu yüzden iyi oyuncu izleme ekipleri maçları canlı seyretmeyi tercih ederler. Çünkü tv de oyuncunun topsuz oyunda ne yaptığını göremezler. Daha iyileri idmanları bile takip ederek takım içindeki uyumunu çalışma isteğini disiplinini gözlemler. En iyileri ise bunların haricinde oyuncunun tüm özel hayatını yaşam şeklini de inceler. Bu üç kriterden olumlu dönüş alınan oyuncunun transfer edilmesini talep eder.
Peki bizde nasıl işliyor?
Diagne’nin Kasımpaşa’da psikologla maçlara çıktığını transferinden iki ay sonra öğreniyoruz. İki eşi olduğunu bir yıl sonra. Falcao’nun aslında iki yaş daha büyük olduğunu transferinden bir ay sonra İngiltere medyasından duyuyoruz.
Neyse diyelim konuyu burada kapatalım.
Dünyada futbol ne durumda? Ve biz ne yapmalıyız?
Dünyada yukarıda yazdıklarım yenilip yutulduğu için onlar artık ayrıntıların peşinde. Dünya şeklen üçlü yada dörtlü savunma olarak ikiye ayrılıyor. Ki Fatih hocam da üçlü savunmayı denedi.
Ama genel olarak üçlü savunmayı tercih eden takımlar kadro olarak güçsüz oldukları rakiplerine karşı orta sahayı kalabalık tutarak dengeyi sağlamak için bunu tercih ediyorlar. O yüzden bizim için kalıcı bir tercih olmayacaktır.
Diğer seçenek ise ön liberoların stoperlerin arasına girip üçlü olmaları. Hocam bunu ikinci şampiyonluğun son virajında Donk ile denedi ve oldukça başarılı oldu. Bu sene ise Lemina’nın form tuttuğu dönemlerde aynı yöntemle başarılı olduk.
Ama Fenerbahçe maçı bizi yanılttı.
O dönemdeki farkı yaratan Lemina’nın performansıydı Seri’nin değil. O maça bağlı olarak herkes Seri’nin ön libero oynaması gerektiğini dile getirince maalesef takım planı da ona döndü. Bunları şundan dolayı yazıyorum yine Seri üzerine takım kurmayı düşünüyorsanız şimdiden geçmiş olsun. Bize savunma yönü güçlü ve hava topu da alabilen bir ön libero lazım. Hava topu da önemli çünkü rakibin ikinci bölgeye şişirdiği tüm topları stoperlerimiz çıkıp almaya çalışıyor. Bu da takım dengesini bozuyor.
Dünyada ikinci farklılık ise mental olarak pas oyunu yada topu rakibe teslim ettiğiniz hızlı kontra atak futbol tercihi.
Hani bazen istatistiklere bakıyorsunuz yüzde otuz topla oynamış ama üç sıfır nasıl kazanmış diyorsunuz ya işte bu bahsettiğim ikinci tip oyun tercihinin sonucu. Yani bilerek topu rakibe bırakıyorlar. Topun arkasına geçip kapılan toplarla en hızlı şekilde hücuma çıkıyorlar. Bu sayede karşı sahada istedikleri boş alanı da rahatlıkla bulabiliyorlar.
Fakat bu oyun tercihi bizim gibi sürekli kapanan takımlara karşı oynayan kulüpler için geçerli olamaz.
Bu sebeple Fatih hocam bu sene pas oyununu tercih etti. Ve bu oyunu da kısmen uyguladı. Ama atlanan nokta şurası. Bu oyunla şampiyon olan Barca ve City dışında takım yok. Bu oyunda evet göze hoş gelen güzel bir oyun ortaya çıkıyor ama oyunun bozulması çok kolay oluyor. Peki ne yapmalı Klop gibi ikisinin karması bir oyuna dönüşmek gerek. Bazen pas oyunu yaparken bazen de aktif dinlenmek için topu rakibe vermeliyiz. Çünkü pas oyununda topu oynayan takım daha fazla yoruluyor. Gelecek sezon takım kurgusu bu oyunu oynayabilecek şekilde dizayn edilmeli.
Neyse transfer konusunu ve takımdan gitmesi gerekenleri yakın bir zamanda ayrı bir blog yazısına bırakalım. Kısaca gerçi uzun oldu ama bizim nerede olduğumuz ve dünyanın nelerle uğraştığını dilim döndüğünce anlatmaya çalıştım. Belki birileri okur ve yönetime iletirse Galatasarayımız için artık aynı hatalar yapılmaz.
Galatasaray’la kalın, sağlıcakla kalın…
Düşüncelerinizi paylaşmak isterseniz;
Mehmet ÇETİN