13
2012
1- Galatasaray yönetimi bir futbol tüzüğü hazırlayarak, %1'lik kısmın en büyük özlemini çektiği "Galatasaray'ın bir futbol aklına sahip olmasını" neden istemez?
2- Fatih Terim "a" şıkkı (idealist) mi, yoksa "b" (gerçekçi) midir? Hangi tip teknik direktör sınıfına girer ve neyi hedeflemekte, hangi yerde olmak istemektedir?
Bu soruların cevapları yazımın ana temasını oluşturmakla birlikte, aslında Türk futbolunun temel sorunu olan yönetici profilini gözler önüne seriyor ve buna binaen de kısa vadeli başarı beklentisi gereği teknik direktörlerin idealleriyle, gerçekleri arasında gidip gelmesini tüm hatlarıyla deşifre ediyor. Şöyle ki;
Ünal Aysal üç yıl için göreve geldiğinde üç büyük kelam etti. İlk olarak söylediği;
"Başarı, başarı, başarı"
özdeyişiyle, Galatasaray'ın 10 yıllık değil, 3 yıllık politikasını belirledi. Galatasaray için başarı olgusu elbette ki şampiyonluktan başka bir şey olamazdı. Böylece Ünal Aysal ''başarıda süreklilik'' kavramı yerine, şampiyonluğu üç yıla indirgemekle yetinmişti. Bunun gerekçesini de daha sonraki demeçlerinde şu sözleriyle açıklayacaktı:
"Ben üç yıl için göreve geldim ve görev yaptığım süreden sorumluyum. Sonrasında devam edip etmeyeceğimi ise dönemin şartları belirleyecektir."
İşte, "görev aldığım süre boyunca nasıl başarıya ulaşırım?" zihniyeti, Galatasaray'ı futbol aklından yoksun bırakmıştı. Akabinde dile getirdiği üçüncü büyük kelamı olan;
"Ben futboldan anlamıyorum, futbolu bilenlerden anlıyorum"
ifadesiyle de bu durumu tescilleyecekti Ünal Aysal. Tüm bu açıklamalarını alt alta koyduğumuzda ise ortaya şöyle bir sonuç çıkacaktı:
"Ben Fatih Terim'i göreve getiririm; futbolu ona bırakırım. O Galatasaray'a çeki düzen verir, takımı üç yıl boyunca şampiyon yapar. Ben de asli görevim olan Galatasaray'ın mali durumunu düzeltmeye kendimi adarım. Böylece üç yıl sonunda hem sportif açıdan, hem de ekonomik açıdan başarıya ulaşılmış olunur. Ben de tekrar adaylığımı koyar, görevime devam ederim. Aksi olursa, yani sportif başarı gelmezse de en azından kulübün mali tablosunu iyileştirmiş bir Başkan olarak Galatasaray'dan ayrılırım."
İşte Ünal Aysal'ın bütün planı buydu ve divan kurulunda yapmış olduğu konuşmadan da anlaşılacağı üzere bu planın hala değişmediğini görüyoruz. Çünkü o da tıpkı Adnan Polat, Özhan Canaydın, Mehmet Cansun ya da Faruk Süren gibi sadece kısa vadeli sportif başarıları hedefledi. Bu amaca yönelik hepsi birer teknik direktör getirdiler ve bütün komutayı da onlara verdiler.
Faruk Süren Fatih Terim'i getirdi; bütün ipleri ona verdi. Sportif açıdan başarı oldu. Halka açıldı; zarar etti. Mali açıdan başarısız oldu.
Özhan Canaydın Fatih Terim'i getirdi; bütün ipleri ona verdi. Sportif açıdan başarısız oldu. Bütün mesaisini ise Faruk Süren ve Mehmet Cansun'dan kalan ekonomik girdabı düzeltebilmeye ayırdı. Yapmış olduğu anti israf politikasıyla kulübün derin bir uçuruma sürüklenmesine mani oldu.
Adnan Polat sportif başarı uğruna birçok teknik direktör değiştirdi. Bütün komutayı ise teknik adama değil, menajere (Adnan Sezgin'e) verdi ve diğerlerinden tek farkı da buydu. Doğru olan da buydu aslında. Ancak ne var ki menajer sınırları çizecek kişi değil; sınırları belirlenmiş düzeni devam ettirecek kişiydi. İşin ilginç ve komik tarafı ise Galatasaray'da sınırları çizilmiş bir düzen yoktu. Adnan Sezgin başarısız olunca, Adnan Polat Rijkaart'tan sonra Fatih Terim'i göreve getirmeye çalıştı. Bir nevi hem Adnan Sezgin'in sorumluluklarını Fatih Terim'e verecek, hem de takımı ona emanet edecekti. Lakin olmadı. Son koz olan Hagi'de başarılı olamayınca sportif açıdan tam bir çöküş yaşandı.
Mali sorumluluk açısından ise Adnan Polat iyi niyetle çalıştı. Şirketleri birleştirerek, Galatasaray'ın her yıl 27 milyon TL açık vermesini önledi. Gs Mobil'den Gs Bonus'a kadar kulübe birçok ek kaynak sağladı. Fakat bu sefer de işin "pazarlama" boyutu son derece eksik kalacaktı. Galatasaray'ın geleceğini Türk Telekom Arena'da gördü. Her gün şantiyeye girip çıkacak kadar bu işi abarttı. Aslında Özhan Canaydın'ın mirası olan bu projeyi bütünüyle sahiplenerek kısmen başarılı da oldu. Zaten mali açıdan ibra da edilmişti.
Özetle; Ünal Aysal ve diğerlerinin ekonomiyi yükseltme çabaları açısından bazı belirgin farkları vardı. Kimisi savurgan, kimisi tutumlu, kimisi de riskli fakat yenilikçiydi. Ancak kısa vadeli sportif başarı beklentisi adına hiçbirinin diğerinden bir farkı yoktu. Hepsinin metodu aynıydı. Kimisi başarılı oldu; kimisi olamadı. Teknik direktörler göreve getirildi. Onların istediği futbolcular alındı. İstedikleri pahalı futbolcular transfer edilemediğinde ise daha ucuz maliyetli oyuncularda karar kılındı. Teknik adamlar başarısız olunca gönderildiler. Yeni gelen çalıştırıcılar bir önceki hocanın getirdiği futbolcuları beğenmedi; kendi takımını kurmak istedi. Böylece eski oyuncular zararına takımdan uzaklaştırıldı. Her başarısızlıktaki bu sil baştan oluşumlarla tonlarca para çöpe atıldı. Galatasaray (bir futbol aklından yoksun olduğundan) başarı için bireylere bağımlı olmaya mecbur bırakıldı. Bu düzende her gelen teknik direktör kendi geçici krallığını kurdu. Koskoca kulübü resmen kendi oyuncakları haline çevirdiler. Fakat buradaki suç onlarda değil, bu kısır anlayışa izin veren zihniyette yani Galatasaray'ı gerektiği gibi yönetemeyen yöneticilerdeydi.
Ünal Aysal ve daha öncekilere "sportif başarıda süreklilik nasıl sağlanır" diye bir soru yöneltseniz, onlara hiç çalışmadıkları bir yerden soru sormuş olursunuz. Bu yüzden önce afallayabilirler ve biraz düşündükten sonra da size "güçlü ekonomiden" bahsedeceklerdir; bundan emin olabilirsiniz. Çünkü paranız varsa ve sürekli akıyorsa, olası bir başarısızlıkta bütün takımı yenileyebileceğiniz gibi, zaten başarılı olan takımınıza her sene yeni starlar kazandırarak, başarı çıtasını daha da yukarıya çıkartabilirsiniz. Bu durum kısmen doğrudur. Lakin bunun garantisi yoktur. Zira dünya, her sene yarım milyara yakın cirosu olup da kendi liginde şampiyonluk kupasına hasret kalmış takımlarla doludur.
Siz bir futbol kültürü oluşturmazsanız; kendinize en az 10 yıllık bir yol haritası çizmez, rotanızı belirlemez, oyun hedefinizi sabitlemezseniz; futbol aklından yoksun kalacağınız gibi alt yapınızda bir devir daim de gerçekleştiremezsiniz. Sürekli dışarıya muhtaç olursunuz ve her başarısız sezonda da paranızı çöpe atmak zorunda kalırsınız. Sadece paranızı değil, aynı zamanda zamanınızı da kaybetmiş, boşa harcamışsınızdır.
Halbuki bir futbol tüzüğü hazırlayıp sınırlarınızı çizseydiniz; sahadaki futbolu teminat altına alsaydınız; bu büyük ideal alt yapıya işlediği gün, en büyük hazineye de kavuşmuş olacaktınız. Sadece üç yıl için şampiyon olmayacaktınız. Bir sistem takımı kurarak Galatasaray'ı bireylere bağımlı olmaktan kurtaracak; Türk futbolunda bir çığır açarak bir devrimi gerçekleştirmiş olacaktınız. Sırf bu politika sayesinde sportif başarıların getirileri sizin hem marka değerinizi yükseltecek hem de paranıza para katacaktı. En azından her başarısız dönemde başvurduğunuz sil baştan oluşumlar olmayacak; bu kulübün paraları da kısa vade uğruna hunharca harcanarak ziyan edilmemiş olacaktı.
Oysaki Ünal Aysal gerek sezon başında, gerekse geçen haftaki divan kurulu konuşmasında bir kere bile olsun ne sportif başarıda "süreklilik" kavramını işledi, ne de bir futbol aklından bahsetti. Türk futbolunun artık kanayan bir yarası haline gelen bu realiteye hiçbir şekilde dokunmadı; öylece bıraktı. İşte ben yanarım, yanarım, ona yanarım…
Sadece futbolu bilenleri göreve getirmekle olmuyor bu işler. Esas olan önce düzeni kurmak, sonra da kurulu düzenin üstüne futbolu bilenleri göreve getirmektir. Zira ehil olan kişileri sınırları çizilmemiş bir göreve getirirseniz; o, bir devrim yapmak isteyecek ve kendi geçici krallığını kurmaya çalışacaktır. Halbuki bir devrim yapılması gerekiyorsa bunu en baştakiler yapmalıdırlar. Bu bütün reel sektörlerde de böyledir. Mesela kurumsal şirketlerde her şey ana hatlarıyla belirlenmiştir. Siz şirketinize yeni bir müdür alırken bu yapıyı değiştirsin diye değil, bu yapıyı devam ettirsin diye alırsınız. Ünal Aysal'ın kendi şirketinde de bu durum bundan farksızdır. İşte, bu kulübü yönetenlerin bu gerçeği idrak edeceği gün, hem Galatasaray'ın hem de Türk futbolunun yükselişe geçtiği gün olacaktır.
Yazımın devamı bir sonraki yazımda…
Yazı dizimin son bölümü olan "İdealist & Gerçekçi 3" adlı makalemde 2. sorumu cevaplayacağım. Ayrıca iki farklı yazı resmi hususuna, (bir nevi yapmış olduğum bu küçük ankete) açıklık getirmeye çalışacağım.
Sevgiler…