Makale Yaz
Bu haberi yazdır
Mourinho'nun penceresinden!
 Eki
04
 2011

Mourinho'nun bugüne kadar hiç ideal bir oyun anlayışı ve sistemi olmadı. Porto'yu  rakibi kendi yarı sahasında bozan 4-3-3'le oynattığında, Alex Ferguson'lu 25 yıllık macerasında Manchester United, Old Trafford'un çimlerinde 2. hezimetini yaşayacaktı. Kırmızı Şeytanlar, gole ihtiyacı olduğu dakikalarda kendi taraftarı önünde kendi yarı sahasından çıkamayacaktı. Tıpkı bir zamanlar Yıldıray Baştürk'lü Bayern Leverkusen'in aynı oyun mantığı fakat farklı bir sistem olan 3-5-2 ile bunu başardığı gibi...

Bu yıl geçmişi yad ediyoruz; aramızdan ayrılanlar ve aramızda olanlarla birlikte... Her ne kadar hayatta olanlara saygı duruşu yapma fikri saçma olsa da, onları henüz aramızdayken anma düşüncesi oldukça anlamlı bir vefa örneği... Ben bu listeye Lucescu'yu da eklemek istiyorum. Lucescu Galatasaray'dan daha çok belki de Beşiktaş'ı özümsemiş olabilir; ancak sırf mesleğine duyduğu saygıdan dolayı böylesi bir hatırlanmayı bence fazlasıyla hak ediyor üstat... Hatta bana kalırsa, Fleurquin ve Bülent Akın'larla şampiyon yaptığı bir takımdan haksızca gönderilerek, yıllar sonra bir özür borcunu da fazlasıyla hak ediyor...

Chelsea'yi de 4-3-3'le oynatmıştı Mourinho. Ki zaten çalıştırdığı takımlar arasında bir önceki takımdan aldığı tek miras da buydu. Ancak bu sefer de Porto'dan farklı bir oyun kurgusu bizi bekleyecekti. Uzun paslı, hızlı ve dikine hücumlar izleyecek, zor gol yiyen bir takım görecek, 90 dakika boyunca oyundan düşmeyen futbolcuları ise hayranlıkla seyredecektik. Barcelona 4 golle evine yollanırken, o tarihten bu yana bir daha fizik gücene dayalı bir yenilgi de almayacaktı...

Bir insanı anmanın en anlamlı yolu, onu anlayabilmekten geçer. Aslında Lucescu'nun esrarı, Beşiktaş'ı 100. yılında 3-5-2 ile şampiyon yaptığında ortaya çıkmıştı. Fakat bunu anlayabildik mi, bilmiyorum. Ben bu yazımda Lucescu'yu anarken, O'nu anlamaya ve gücüm yettiğince O'nu anlatmaya çalışacağım...

Mourinho Chelsea'ye Essien gibi fizik kondisyonu çok güçlü futbolcuları kazandırırken aynı zamanda İngiltere'de başarılı olabilmenin yollarını da bize öğretiyordu. Nitekim yıllar sonra İspanya'ya gittiğinde ''Her ülkenin farklı bir oyun yapısı vardır; bu gerçek göz ardı edilemez'' diyecek ve aslında başarısının sırrını da bize açıklayacaktı...

Bir insanı anlatmaya çalışmak gerçekten çok zordur. Çünkü anlatmaya çalıştığın kişi hiçbir zaman anlattığın kadar değildir. Bu yüzden ben daha kolay bir yolu seçeceğim ve Lucescu'yu kendi penceremden değil, Mourinho'nun penceresinden deşifre etmeye çalışacağım. Vesselam...

Mourinho İnter'i 4-4-2 ile oynattığında ise, katı defans yapan İtalyan takımlarına karşı savunmayı orta sahada kurmamış, onların üzerlerine paldır küldür de gitmemişti. Bilakis onları oyunun içine bizzat dahil etmişti Mourinho. İtalyan futbolunun oyun mantalitesini ne sorgulamış, ne de bu felsefeyi değiştirmeye kalkışmıştı; sadece İtalyan takımlarını kendi tuzaklarına düşürerek başarılı olmaya çalışacaktı...

Nitekim sırf bu yüzden İnter birçok kontra golle galip gelirken, nadir olarak kontra gollerle mağlup olmuştu. Finalde Bayern Münih'i 2-0 yendiğinde top hep Almanlardaydı; fakat etkili olamadı Bayern Münih. Çünkü top tehlikeli bölgeye geldiğinde bütün final aksiyonları kilitleniyordu. Tıpkı bir kişi eksik kalmasına rağmen Nou Camp'ta Barcelona'yı çaresizliğe düşürdüğü gibi... (O maçta Hikmet Karaman'ın sözü dinlenip, Guardiola 4-4-2'ye dönseydi, Barça belki 2. golü atarak finale kalabilirdi. Fakat Barcelona efsanesi de o gün biterdi...)

Mourinho döneminde İnter hiç bir zaman bir Porto, Chelsea ve Real Madrid kadar göze hoş gelen bir futbol oynamadı. Çünkü bir İtalyan takımı olma faktörü bunu gerektiriyordu.

Mourinho İspanyol futbolunu da sorgulamayacaktı. İspanya'da bütün takımlar futbol oynatmamayı değil, futbol oynamayı düşünüyorlardı. Bu yüzden Real Madrid'e futbol oynatacaktı Mourinho. Hatta Barcelona'ya 5-0 yenilirken bile Di Maria'yı kesmeyecek, maça Lass'la değil, Mesut'la başlayıp kendi oyununu oynamaya çalışacaktı. Üstelik elinden Deco, Lampart gibi futbolcular geçmişken bile daha önce hiç tercih etmediği 4-2-3-1 sistemiyle oynatacaktı eflatun beyazlıları... Çünkü yazının başında da dediğim gibi Mourinho'nun belli bir sistemi ve oyun anlayışı yoktu. Mourinho kendisinden bağımsız koşulları önemsediği için başarılıydı. Her ülkenin kendisine has bir futbol anlayışı vardı ve Mourinho hiçbir zaman buna itiraz etmedi...

Ne Shuster gibi 1960 göndermeleri yaptı, ne Arsene Wenger gibi daima güzel oyunu düşledi, ne de Barcelona gibi sürekli top kendisinde olsun istedi. Ki zaten Mourinho'nun çalıştırdığı hiçbir takım maç boyunca % 70 oranında topa sahip olmadı. Mourinho için esas olan top hakimiyeti değil, oyun hakimiyetiydi. Oyun hakimiyeti de ancak zamanı kendi lehine doğru işletip, istediğini alabilmekle mümkün olabilirdi.

Bu yüzden birçok maçta rakibin pas alternatifleri tıkanarak rakip çaresiz bırakıldı ve kazanılan toplar da etkili kullanılmak suretiyle sonuca gidildi. Çünkü Mourinho sonuç odaklıydı. Bundan dolayı da hiçbir zaman bir şeyleri farklı yaparak kendisini ispatlama derdinde olmadı. Onun tek derdi sadece kazanmak ve sonunda da başarmaktı. Bunu da basit yolları izleyerek, futbolun gerçeklerini uygulatarak yapacaktı. Bu gerçekler aynı zamanda çalıştırdığı bütün takımların ortak noktalarını oluşturuyordu. Peki neydi bu gerçekler?

1- Bulunduğu ülkenin koşulları ve futbol anlayışı önemsenecek.

2- Çalıştırdığı takımın kadro yapısı önemsenecek.

3- Bu iki gerçeğe göre sistem ve oyun stratejisi belirlenecek.

4- Takımın futbolcuları 90 dk. boyunca diri olacak; Engin gibi oyundan düşmeyecek.

5- Takım savunması güçlü olacak, takım zor gol yiyecek. (Özellikle rakibin final aksiyonları kilitlenecek.)

6- Kazanılan toplar etkili kullanılacak.

    a- Önce rakip oyuna dahil edilerek tuzağa düşürülecek. (Rakip bu tuzağa düşmediği taktirde ise golü bulasıya kadar baskı ve pres uygulanacak.)

    b- Top kazanıldığında oyunu sete döndürüp rakibin kendi yarı sahasına yerleşmesi beklenmeyecek.

    c- Rakibin bozulan kademe anlayışı hızlı hücum ataklarıyla sonlandırılacak.

Evet, görüldüğü üzere Mourinho ne Bielsa gibi 3-1-3-3'lerle uğraştı ne de adı sanı belli olmayan bir futbolcuyu keşfederek farkındalık yaratmaya çalıştı. Ne belli bir sistem ve oyun anlayışında ısrarcı oldu, ne de böyle yaparak kendisini ispat etmeyi hedefledi... Hiçbir zaman ayrıntılarda da boğulmadı. Mourinho'nun kendine has bir felsefesi ya da bir mantalitesi de yoktu. Mourinho'nun tek yaptığı şey; içinde bulunduğu koşulları inkar etmeden, hatta eleştirmeden, futbolun gerçeklerine ve basit kurallarına sarılmaktı. Başarısının sırrı da buydu zaten...

Bundan dolayı bana öyle geliyor ki; Mourinho Barcelona'nın başına geçse de, Barcelona efsanesini inkar etmeyecek ve bordo mavilileri yine Barça gibi oynatmaya devam edecektir. Gelmez ve getirilmez; o ayrı bir konu...

Mourinho'yu özel kılan faktör ise işin psikolojik tarafıdır. Kendisine ve takımına karşı yapılan her türlü eleştiriyi artı motivasyona dönüştürüyordu Mourinho. Ki zaten Lucescu'yu Mourinho'dan ayıran tek fark da bundan başka bir şey değildi...

Seni seviyoruz Lucescu, seni seviyoruz üstat... Fakat sevmekten de öte aslında sana ve senin meslek anlayışına derin bir saygı duyuyoruz. Ve özür diliyoruz senden... En azından kendi adıma senden özür dilediğimi belirtebilirim. Bu kulüpten Elano bile plaket alarak yollanmışken, senden özür dilememek benim Galatasaraylılık anlayışımla bağdaşmaz; hatta ayıp olurdu...

Lucescu'nun futbol aklı adına o dönemde Galatasaray'a getirilmesi yanlıştı; fakat yine futbol aklı adına Galatasaray'ı şampiyon yaptıktan sonra gönderilmesi de yanlıştı.

Geçmişi anmaya, anlatmaya ve bu kulübe emek verenleri anlamaya devam edeceğim. Siz de geçmişi yad ederek, mesela bir Cevat Prekazi’yi yazarsanız sevinirim. Çünkü ben o döneme yetişememiştim.

Bir sonraki yazım: ''Enine Boyuna Fatih Terim''

Sevgiler...





Yorum Yaz

Yorumları okumak veya yazmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir.

Puan Durumu Fikstür
Bizi Takip Edin :
Webaslan Google+ Webaslan Facebook Page Webaslan RSS Webaslan iPad Webaslan Mobil
reklam
Yazarın diğer yazıları
  2012
  2011
Son Girilen Makaleler
beawerheart
| 28 Ağustos 2024 |
kabatasli
| 25 Ağustos 2024 |
kabatasli
| 24 Ağustos 2024 |
kabatasli
| 15 Ağustos 2024 |
kabatasli
| 05 Ağustos 2024 |
En çok yorumlananlar
Blog bulunmuyor...