24
2011
Ligin 11. haftasının geride kalmasıyla, normal sezonun yaklaşık 1/3'ünü de tamamlamış olduk. Bu periyot, takımlar üzerinde sağlıklı yorum yapabilmek adına yeterli bir süre olmakla beraber yine de temkinli olmakta yarar var. Zira transfer dönemi bittikten sonra bu sütunlarda en iyi 11'i belirlemeye çalışırken, ne Semih'in bu kadar parlayabileceğini düşünmüş, ne Yekta'nın sakatlanacağını hesap etmiş, ne de Elmander'in bu kadar vazgeçilmez olabileceğini öngörebilmiştim. Ki üstelik Elmander, Emenike'nin yedeğiydi benim geçen seneki profil resmimde...
Galatasaray'ı defansif bir oyun kurgusu ve tek forvetle oynattığı için sezon başında Fatih Terim'e epeyce yüklenmiştim. Çünkü Galatasaray'ın kimyasında sabırlı bir kontrol futbolu bulunmuyordu. Aynı şekilde Fatih Terim'in ana felsefesi de bu değildi; olmamalıydı. Zaten Fatih Hoca da en fazla 70 dakika dayanıyordu bu duruma. Kontrollü güç, rakibe tesir etmediğinde Baros oyuna dahil oluyor; sözde riske giriliyordu. Fakat benim için bu şablon bir risk değil, maç başlamadan evvel hakemin eline verilecek listenin ta kendisi olmalıydı. Çünkü Fatih Terim'i Galatasaray'la özdeşleştiren bir gerçek vardı ki, o da cesaretli bir hücum futbolu oynatmaktı. Öyle ki Fenerbahçe'ye 6-0 yenilirken bile hücum adına bütün hamleleri yapmıştı Fatih Hoca, yukarıda Allah var; Fenerbahçe'den de daha iyi oynamıştık o maçta...
Benim eleştirilerim sırf bu doğrultuda artarken, ilerleyen haftalarda hakemlerden, medyaya; Federasyon'dan, Kulüpler Birliği'ne kadar bu camiayı yıpratma ve sindirme çalışmaları da resmen başlamıştı. Ben de doğal olarak bu duruma kayıtsız kalamadım; kalamazdım da... Bu yüzden saha içi ile olan haşır neşirimi bir tarafa bırakıp, saha dışı konulara eğildim. Hatta ''dış güçlere'' inat bir U dönüşü yaparak ''Fatih Terim ne yaparsa yapsın, gıgımı bile çıkartmayacağım'' dediğimi de hatırlarım. Zira üzerimizde oynanan tüm bu oyunları görmezden gelerek takım üzerinde ahkam kesmek son derece anlamsızdı benim için... Şu anda da hala aynı fikirde olmakla beraber normal sezonun 1/3'ünün tamamlanması hasebiyle bu yazıyı yazıyorum. Bundan sonra takım üzerindeki değerlendirmelerim ise sezonun 1/2 ve 2/3'lük periyotlarında olacaktır...
Aslında hepimiz gol pozisyonuna girmekte zorlanmayan ve her an gol yollarında bitebilecek bir takım görmek istiyoruz sahada. Bunun gerçekleşmesi için de her şeyden evvel ceza sahasında çoğalmak gerekiyor. Ceza sahasında çoğalabilmek için de ceza sahasına girmek... Lakin bunun dezavantajları da var. Çünkü ceza sahasına dönüşüm girmen demek, yerini de ara ara terk etmen demektir. Zira bu aralıklarda rakip, kontraya iyi çıkarsa maçı 1-0'dan çevirmek daha da güç olacaktır. İşte tam bu noktada önümüzde iki strateji beliriyor;
1- Ya ceza sahasında çoğalmak adına cesurca oynayıp, dönen toplarda rakibe açık vermemek için takımı çalıştıracak, bu doğrultuda futbolculara birer meleke kazandırmayı deneyeceksin, (ki bu da ancak Gerets'in Saido'su gibi Melo ya da Selçuk'tan birisini rakibi ilk karşılayacak futbolcu olarak geride bırakıp, alanın daralması adına savunmayı öne çıkartmakla mümkün olabilir.)
2- Ya da rakibe dönen toplarda kontra şansı tanımamak adına orta sahada statik kalacak; öndeki tek forveti ise 2. bir forvetle destekleme düşüncesiyle takımını disipline etmeyi amaçlayacaksın. Ki zaten Fatih Terim'in şu anda Galatasaray'a kazandırmaya çalıştığı esas meleke de budur.
Orta sahada sabırlıca ayağa pas yaparak, Elmander'e yaklaşacak gizli forvetin, ortadan değil, kanattan bir futbolcuyla yani Kazım'la desteklenme düşüncesi, Fatih Terim'in esas hücum planını oluşturuyor. Lakin bu teorinin pratikte gerçekleşmesi o kadar zor ki... Nedenlerini sıralamak gerekirse;
1- Kazım, Tuncay ya da Burak gibi orta sahadan dikey ya da çapraz koşuyla ceza sahasına süratle girip, rakibin kademe anlayışını bozabilecek bir futbolcu değil. Oysaki böylesi bir hücum planında her şeyden önce gizli forvetin topsuz alanda sürpriz koşular yapması gerekir. Aksi halde Selçuk, markaj halindeki Elmander'e topu veremediği gibi, final pası atabilecek birisini de bulamayacaktır.
2- Oyun bilgisi son derece gelişmiş olmalıdır. Küçük bir verkaç sonrası bile nereye hareket edeceğini, ne zaman içeri kat edip, ceza sahasına gireceğini çok iyi tahlil edebilmelidir. Bu da aynı zamanda oyunun o andaki akışını okuma yani oyun zekasını gerektirir. Çünkü gizli forvet, ''beklenmeyen misafir'' konumundadır. Rakip seni kontrol etmiyorken ve hiç hesapta yokken, en uygun zamanda en uygun yerde olmanı gerektirecek teorik bilgi ve durum bilgisi potansiyeline sahip olmak gerekir. Kazım ise Aydın Yılmaz'dan sonra oyun bilgisi ve oyun zekası en kısıtlı futbolcudur Galatasaray'da...
3- Sadece topsuz alanda koşu ve oyun bilgisi yetmez, aynı zamanda ''bitirici'' olmak da gerekir. Kazım'ın ise son vuruşlarda Baros gibi bitirici bir özelliğinin olmadığını söyleyebiliriz. Çünkü atılması gereken son derece net pozisyonları kaçırmıştır. Kazım'ın şu andaki yedeği konumundaki Aydın Yılmaz'ın bitiriciliği ise Konya deplasmanında kalmıştı...
4- Bütün hücum planı Kazım'ın üzerine kurulmuşken, Kazım'ın topsuz alanda koşu özelliğinin olmaması, takımın hızlı oynamasını da engelliyor. Bu durumda Galatasaray ayağa pasla sabırlıca top çevirmeye mecbur kalırken, rakip de çoktan kendi sahasına yerleşmiş oluyor. Peki böylesi bir tabloda top bizim ayağımızdayken rakibin kademe anlayışı nasıl bozulacak?
a- Barcelona gibi öylesine paslaşmalar yapılacak ki, bu pas trafiği rakibin başını döndürecek ve rakip de nereyi, nasıl kontrol edeceğine şaşırarak hata yapacak... Bu durum pratik de pek mümkün gözükmüyor.
b- Engin ya da Melo orta sahadan çalımla içeri girecek... İşte aranan kan, Kazım'a rağmen hücumun kilidini de açacak olan durum bu. Lakin Engin forvet arkasında değil orta sahada, Melo da defansın önünde oynayınca, düğüm de çözülemez oluyor; tam bir kısırlık yaşanıyor ileride. Böylece bütün iş duran toplara, uzaktan şutlara kalıyor ya da rakibin geriden oyun kurarken yapacağı hataya veyahut ani presle rakibe yaptıracağımız hataya kalıyor ki, bu durum da, top bizim ayağımızdayken yapmamız gereken organizasyonun bir ürünü değildir. Top rakibe geçtikten sonraki oyunun planıdır.
Dikkat ederseniz disipline edilmesi güç bir futbolcu olarak bazen Melo bu kısırlığa sabredemiyor, inisiyatif kullanıp, ileriye çalımla çıkarak rakip savunmanın dengesini bozmayı amaçlıyor. Hatta bir ara defansın göbeğinden Ujfalusi de topla çıkmış iki futbolcuyu çalımlayarak ileride tehlike yaratmıştı. Tabi bu çalımla kat etme durumu da hücumsal acziyeti göstermekle birlikte, oturtulmak istenen hücum planındaki takımsal olguyu da bireyselliğe dönüştürüp sekteye uğratmaktadır.
Özetle; Fatih Terim'in dönen toplarda kontra yememek adına takımı statik oynatması yüzünden, Galatasaray ileride çoğalmıyor. Hücum planının en önemli halkası olan Kazım'ın Elmander'e destek konusunda son derece yetersiz kalması da gol yollarında tam bir kısırlığa neden oluyor. Böylece Galatasaray kilidi açacak bireysel bir futbolcuya ihtiyaç duyuyor. Ben bu şablon ve bu oyun anlayışında bir 10 numara transferini de anlamsız buluyorum. Çünkü Galatasaray'a asist yapacak bir forvet arkası değil, hücumun her bölgesinde oynayabilecek kapasitede çalım atacak bir futbolcu gerekiyor. Çünkü Elmander markaj altındayken, Kazım ve Riera da rakibin kademesini zorlayacak futbolcular değilken, alınması istenilen 10 numara kime asist yapacak? Ayrıca ben devre arası çalım özelliği olan bir futbolcunun alınmasını da istemem; oyunun bireyselliğe kalmaması adına...
Fatih Terim belli ki çekiniyor. Aksi halde Galatasaray'a, hücumda çoğalma odaklı cesur bir futbol oynatırdı. Akabinde de dönen toplarda rakibe yakalanmamak adına bir savunma stratejisi geliştirirdi. Oysaki statik ve garanti bir oyun kurgusunu Galatasaray'a aşılamaya çalışması bu söylediğimi destekler niteliktedir. Çünkü Fatih Terim'in olası bir başarısızlığı belki de bundan sonraki kariyerinin bitmesi anlamına gelecektir. Zaten riske girip Baros'u ancak 70'ten sonra oyuna almasının gerekçesi de budur.
Peki çözüm nedir? Bu takım Fatih Terim'in istediği gibi hem kontrollü oynayıp, hem de gol yollarında nasıl etkili olabilir? Bunun bana kalırsa tek bir yolu var; O da orta saha göbeğini kilitleme amacıyla Selçuk Melo ikilisini önlü arkalı değil, yan yana oynatarak, ceza sahasına girecek kanat oyuncusu olmadığı için Elmander'in önünde mutlaka ''bitirici'' bir forveti yani Baros'u kullanmak olacaktır. Kanatlarda da Yekta'nın sakatlığından sonra Riera ve Engin isabetli olabilir. Fakat Riera yabancı sınırına takılacağı için bir kanatta Engin, diğer kanatta da Mertan'ı kullanmak en sağlıklısı olacaktır. Kazım gibi istikrarsız futbolcular ise ancak 2. yarıda düşünülmelidir. Her ne kadar Hakan Balta defansın en zayıf halkası olsa da defans dörtlüsünün oturduğunu düşünürsek, şu aşamada en gerçekçi ve en ideal kadronun aşağıdaki gibi olduğuna karar kılabiliriz.
--------------------Muslera--------------------
Eboue-------Semih-------Ujfalusi------Hakan
--------------Selçuk-------Melo---------------
-----Mertan-------Elmander-------Engin-----
----------------------Baros---------------------
Bu noktada Melo'ya özel bir parantez açmak istiyorum. Melo'nun defansın bu kadar içine gömülmesini gerçekten Fatih Terim mi istiyor, yoksa Melo kendisine güvenemediği için mi oyunun içine dahil olmak istemiyor; marke edilmeyi göze alamıyor onu bilmiyorum. Fakat Selçuk'la yan yana oynadığında da tek ön libero gibi davranıp geriye kaçacak olursa, bu sefer de Selçuk-Engin ikilisinin orta sahanın göbeğinde oynaması en mantıklısı olacaktır. Zaten Beşiktaş maçında da oyunun rakip sahaya aktarılması adına bunun birçok faydasını gördük. Böylece Melo'nun kenara gelmesiyle yabancı kontenjanında boşta kalan Riera da yetersiz olan Hakan Balta'nın yerine denenebilir. Engin'in orta sahaya kaymasıyla da Sercan sola geçebilir. Bu durumda da yukarıdaki resimdeki gibi muazzam bir diziliş meydana gelebilir ki, Semih-Ujfalusi ikilisinin sağlamlığını göz önüne aldığımızda sıradan bir Anadolu takımını 5-0, 6-0 gibi farklı sonuçlarla mağlup etmek sürpriz olmaz. Üstelik böylesi skorları şu andaki oyun kurgusu ve oyuncu tercihleriyle almak neredeyse imkansızken, bunun ne kadar lezzetli bir şey olacağını anlatmak da sanıyorum ki gereksizdir...
Bugün Halil Trabzon'da pekala solda oynayabiliyorsa, Sercan da elbette ki oynayabilir. Ben açıkçası Fatih Terim'in Burak, Halil, Alanzinho, Adrian ve Colman gibi hücum özelliğindeki 5 futbolcuyu aynı anda oynatabilecek cesarete bürünmesini istiyorum artık. Galatasaray'ı böylesi cesur hamlelerle sahaya sürmesini arzuluyorum...
Riera konusuna gelince, Eylül ayındaki yazımda da en çok eleştirildiğim konuydu Riera'yı sol bekte düşünme meselesi... Ancak Riera'nın Kewel gibi tek yönlü yani hücum yönlü bir futbolcu olmaması, bilakis dengeli bir kanat oyuncusu olmasını da unutmamak gerekir. Gökhan Gönül'ün yokluğunda Mehmet Topuz'u sağ bek oynatırsanız, nasıl kimse sizi yadırgamazsa, Riera'da benim için aynı hüviyettedir. Hakan Balta'nın bu vasat performansını her maç gördükçe, en azından 2-0 öne geçilen bir maçtan sonra Riera'nın bu mevkide denenmesi ''arayış'' adına tam isabet olacaktır.
Bu arada arayış demişken, Semih Kaya'nın da şu anda tesadüf eseri Galatasaray formasını giydiğini belirtmekte fayda var. Zira Gökhan Zan sakatlanmasa ve Servet de cezalı olmasaydı, Semih'e sıra gelmeyecek ve böylesi bir yetenek de hala keşfedilmemiş olacaktı. Fatih Terim'in Semih'e forma verdikten sonra ona güvenerek, Beşiktaş maçında Servet'e rağmen kendisini sahaya sürmesi takdire şayan bir durumdur. Ancak gönül ister ki, bazı olaylar spontane gelişmeden sırf antrenman performanslarıyla da görülebilsin... Aynı durum Mertan için de geçerli ki, bu farkındalığı fark edebilmek için illa bir Benfica maçı yapmak gerekmiyordu...
Her ne kadar Riera'nın sol bekteki performansını merak etsem de, bunda pek acele etmiyorum. Çünkü Abdurrahim Albayrak'ın açıklamalarından sonra Riera'nın da en az 1 ay yedek kulübesinde yer alması gerekir. Zira bir futbolcu Galatasaray yöneticisine fizik olarak hazır olmadığını, tam performans için zaman istediğini söylüyorsa ve çok enteresan bir şekilde de teknik heyet yerine bir Galatasaray yöneticisi bunu medyayla paylaşıyorsa, Fatih Terim'in de bu durumu dikkate alması son derece önemlidir. Çünkü hiçbir Galatasaray futbolcusu tam hazır olmadığını söylediği halde ilk 11'de sahaya çıkmamalıdır. Çıkarsa ve kötü performans sergilerse bu onun değil, hocanın suçudur çünkü...
Biraz da saha dışından konuşmak gerekirse, 5-12 yıl arasındaki hapis cezasını 1-3 yıla düşürdüğü için devletime sonsuz teşekkür ederim. Çünkü herhangi bir suç işlediğim taktirde ''adalet adına'' bana da özel bir indirime gideceklerdir; bundan eminim...
Halbuki sen namuslu, şerefliysen, misal ki dolandırıcılık suçu 3 yıl olsa ne yazar, 300 yıl olsa ne yazar; nasılsa o dolandırıcılığı yapmayacaksın, ne fark eder ki senin için... Lakin ahlak yoksunuysan ve günün birinde tekrar o suçu işleyebilecek gücü hissediyorsan kendinde, tüm bu rakamların da o zaman hatırı sayılır bir değeri olacaktır. İşte bunları idrak edebilecek bir zihniyetten aciz olduğumuz için kahroluyorum.
Bizim amacımız ne? Türk Futbolu'nu temizlemek mi, yoksa peşkeş çekmek mi? Anlayan birisi varsa lütfen bana anlatsın...
Sevgiler...