10
2011
Arda'nın Atletico'ya gidişi, Madrid sokaklarında dolaşacak bir şehir efsanesinin başlangıcıydı aslında... Kader bazen ağlarını öyle bir örer ki, en makbul yaşınızda, en başarılı olacağınız bir lige ve bu ligin sizin için en iyi ortama sahip olan takımına götürüverir sizi... Önünüze altın tepsiyle sunulmuş Allah'ın büyük bir lütfudur tüm bu yaşananlar.
Arda Süper Lig'in kirli dünyasından, medya ve taraftar baskısından, bu ligin oynatmamayı amaçlayan takımlarından kurtuldu. Belki hayatını adadığı bir kulüpten ayrıldı ama tekrar bu topraklara döndüğünde kendini ispatlamış ve kemale ermiş bambaşka birisi olarak döneceğini de biliyordu. Bundan sonraki süreçte Türk Futbolu'na yapacağı hizmetleri anlatmaya zaten gerek yok.
Zinedine Zidane Bordeaux'tan hayatı boyunca ayrılmasaydı, Zidane olabilir miydi sizce? Ya da Cristiano Roaldo şu anda hala Sporting Lizbon'un formasını giyseydi sizce dünyanın en iyi 2. futbolcusu olabilir miydi? Arda'nın Atletico'ya transferini bir de bu açıdan değerlendirmek gerekir. Nitekim vitrin önüne çıkmadıkça kendini yeteri kadar ispatlayamazsın. Galatasaray'da vitrin, sadece UEFA ve Şampiyonlar Ligi'ydi. Oysa Atletico'da öyle mi? Her maç, her çalım başlı başına bir filmi temsil eder ve seni de o filmin başrol oyuncusu yapar. Başarılı oldukça şehir efsanesinden bir dünya efsanesine dönüşürsün. İşte Arda böyle bir vitrine gitti.
Üstelik en uygun döneminde gitti Arda. 20 yaşında transfer olsaydı, tecrübesizliğin kurbanı olarak ertesi yıl başka takımlara kiralanabilirdi. Bir futbolcunun en oturaklı dönemi olan 28 yaşında gitseydi de kendisine bundan sonra bir şeyler katabilmek için epeyce geç olacaktı. Fakat Arda 24 yaşında, hem belli bir tecrübeye sahipken, hem de kendisini geliştirebilmek adına çok da geç olmamışken gitti İspanya'ya... Bu durum futbolcunun geleceği için çok önemli bir ayrıntıdır.
Arda Juventus'a ya da Chelsea'ye transfer olsaydı oldukça zorlanırdı. İtalyan futbolunun sertliğinden yeteneklerini sergileyemez ve rakiplerin katı defans yapmasından ötürü de ikili üçlü sıkıştırmalarda maç içerisinde kaybolabilirdi. İngiltere'de ise tempolu oyunu kaldırabilmesi fizik yetersizliğinden dolayı epeyce güç olabilirdi. Arda İspanya'ya yani tam da istediği ayağa pas oynanan bir lige gitti. Burada yeteneklerini son derece rahat bir şekilde sergileyerek başarılı olacağına inancım tam.
İşin ilginç tarafı ise İspanya'da Atletico Madrid'e gitmiş olması. Çünkü hem hedefleri olan hem de makine gibi işleyen bir sistemi olmayan bir kulüp Atletico Madrid. Bu açıdan baktığımızda eğer Arda, Valencia gibi tıkır tıkır işleyen düzene sahip bir kulübe gitmiş olsaydı özellikle ilk yıl yine zorlanırdı.
Arda Ramazan ayında, en iyi yaşında, kendisi için en iyi ülkeye ve bu ülkenin kendisi için en iyi takımına gitti. Ben bütün bu gelişmeleri yan yana koyduğumda, hissi olarak Arda'nın kaderinin Allah tarafından tamamen açıldığına inanıyorum.
Kim bilir belki de Allah, Brezilya'nın Pele'si, Arjantin'in Maradona'sı, Messi'si, Fransa'nın Platini'si, Zidane'si, Portekiz'in Eusebio'su, Cristiano'su, Hollanda'nın Cruyff'u, Almanya'nın Beckenbauer'i, Macaristan'ın Ferenc Puskas'ı gibi Türkiye'nin de Arda'sının bir dünya efsanesi olmasını istiyordur.
Seni seviyoruz Arda. Seninle gurur duyuyoruz. İnşallah İspanya'da başarılı olur ve bir gün bir dünya efsanesine dönüşerek adını, Türkiye'nin adının yanına yazdırırsın...