03
2014
Şark kurnazı, ahmak kafa, hiç bir zaman “yaptığının bir gün ayağına dolanacağının” hesabında olmamıştır. Komşusunun evi soyulurken “kapat pencereyi! Bize ne!” diyen bir vurdumduymazın, aynı hırsız tarafından bir gün soyup soğana çevrilmesi ilahi adaletin ana fikridir oysa… Ama o hala hiç bir şey olmamış gibi davranıp hiç bir sorun yokmuşçasına bu vurdumduymazlığa ve ihanetine devam eder.
Günü kurtarmak ve günlük yaşamak… O gün, eğer karnı doyacak ve huzur içinde uyuyacaksa onun için yarın kelimesinin kurtarılacak başka bir günden öte bir anlamı da yoktur. Oysa yarın; “bugünden kurulması gereken şey”in adıdır. Kendi öz evlatları için, ülkesinin geleceği için, sağlık ve selametinin devamı için, bugün; kurtarılacak değil, yarının kurulacağı gün olmalıdır. Ama değildir işte…
Ne desek boş... Ne desek dipsiz bir kuyuya seslenmiş gibi sesimiz yankılanır boşlukta… Çünkü bizler yönetilen, onlar yöneten... Çünkü bizler taraftar, onlar ise sahip!..
“Yönetmek” ile “idare etmek” arasındaki derin farkı kavrayamayıp, “bilgi ile görgü ile kültür ve üstün beceri ile yönetmek yerine”, “tilki gibi kurnazca idare ettiğimiz için” kaybetmeye de mahkum olduk.
Başarısızlıklarımız hiçbir zaman yeteneksizlikten kaynaklanmadı. Başarısızlıklarımız hiç bir zaman sporda da olsa, sportif değildi aslında. Başarısızlıklarımız, hep “plansızlıktan” ve “günü kurtarmaya yönelik kurnaz yöntemlerimizden” kaynaklandı…
Eğer öyle olmasaydı ve eğer gerçekten yeteneksiz bir topluluk olsaydık, 2 milyon gurbetçinin içinden onlarca yetenekli adamı onlar nasıl bulabilirlerdi ki?
Bu ülke ne zaman kendi hatalarıyla yüzleşirse, ancak o zaman bir şeyleri yoluna koyabilecektir. Bir spor faaliyetinden hareketle bu denli sosyal içerikli bir makale kaleme alınabiliyor olması da yine ancak bu ülkenin, bir türlü tamamlanamayan “kalkınmışlık ve ileri toplum alt yapısı” nedeni ile mümkün olmaktadır. Alt yapıyı hiçbir yerde doğru ve adilce kuramadığımız için, Yüzelli Milyon Euro’luk takımlarımızla da Avrupa’da sefilleri oynamaya devam ediyoruz! Paramız yokken de böyleydi, şimdi varken de böyle. Bu sizce de garip değil mi?!
O halde “biz nerede yanlış yapıyoruz?” sorusuna bir cevap aramak ve artık bazı gerçeklerle yüzleşmek zamanı gelmiştir. İşi bu olan insanlara sistem ve oyuncu tarif etmek yerine, gerçekleri konu alan yetişkin makaleleri yazmak... Mesela işte bu, çok daha amaca yönelik olmaz mı?
Fikirsiz toplumların, sporda başarılı olabileceklerine inanıyor olmamız, belki de, fikri sabit bireylerden başkaları olmadığımızdan kaynaklanmaktadır. İlla birilerinin çıkıp, “kral çıplak!” demesini bekleyenler, bir gün, uluorta yerde çırılçıplak kalacaklarını da bilmelidirler!
Sanat ve spor: fikri gelişkin, bireyden çok çoğulcu, özverili ve yaratıcı toplumların başarabileceği etkinliklerdir. Toplumsal yapımızın, bu anlamda hangi kategoride bulunduğunu tespit edebilirsek o zaman belki doğruya yönelik birkaç parlak fikir de üretebiliriz. Aksi taktirde, “o değil de şu oynasaydı”, “o, topa öyle vurmasaydı”, “onun yerine bu atsaydı” ile bir elli yıl daha heba edeceğimiz çok açık…
Mahkeme tarafından yargılanmış ve tescillenmiş, futbol tarihinin en büyük şike rezaletlerinden birisini eşi benzeri görülmemiş şekilde aklayan bu zavallı toplum için, sporda ve sanatta başarı “günlük ve kısa vadeli olanın ötesinde asla var olmayacaktır.”
O rezaletin üstü örtülürken -kimse kusura bakmasın- perde arkasında ikili oynayarak taraftarına şirin gözüken, kapalı kapılar ardında ise play-off’a evet diyenler, kanun değişikliğine sözde itiraz edip özde kafa sallayanlar, federasyon ve yayıncı kuruluş ile perde önünde kavgalı, perde gerisinde kanka olanlar, tencerenin “dibi daha kara” olanları değiller mi?!
Ve daha da dramatiği, karakterine ve kariyerine saygı duyduğumuz ve önünde saygı ile eğildiğimiz Fatih Terim bile, bu rezaletin üstünün örtülmesine susarak destek verenlerden biri değil mi!?
Onlar, Türk Sporunu bu habis ruhlulardan, bu kirlenmiş zihniyetten kurtarmak için tam zamanı, şimdi konuşmak vakti iken susup, şampiyonluk peşine düştüler! Kasalarına girecek para o yıl hepsinden daha fazlaydı çünkü…
İşte gerçeklerle yüzleşmek diyorsak budur gerçeklerle yüzleşmek…
Bir yönetim anlayışı düşünün ki, başarılı olmuş, başarmış ve başarmakta olan bir yapıyı en tepesinden başlayarak kafasının üstüne yere çivilesin ve bunun karşılığında da hesap vermesin?
Hatalı olan Terimdir ya da değildir mesele bu sığlıkla ilgili değildir. Mesele hazım ve olgunluk meselesidir. Mesele bu şark kurnazı, BEN YAPTIM, BENİM ESERİM, BENcillikle yoğrulmuş egoist kafalar meselesidir!..
Yaşanan ya da yaşanması çok muhtemel başarısızlıklar ile bu yazının anafikri arasında bağıntı kuramayan Aristocular için, bu ve buna benzer yazıların hiçbir anlamı yoktur elbette… Ama, ya başarının anahtarı, bu bağıntıyı kurabilmenin taa kendisi ise…